ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR


“ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR”   ÖZDEYİŞİ ÜZERİNE 



                                        Yrd. Doç. Dr. Abdullah BAĞDEMİR
Pamukkale Üniversitesi,Yeni Türk Dili Bilim Dalı
bagdemir@pau.edu.tr.




ÖZET  

Mülk sözcüğü ‘ev, dükkan, arazi vb. taşınmaz mal’ veya ‘devletin egemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke’ anlamında kullanılmakla birlikte “Adalet mülkün temelidir” özdeyişinde mülk sözcüğü ‘devlet’ anlamında kullanılmıştır. 

Adliye binalarında büyük puntolarla yazılı olan “Adalet Mülkün Temelidir” sözünün ne anlama geldiğini ve kime ait olduğunu herhalde birçok kişi merak etmiş ve bu özdeyişte neden mülk sözcüğünün kullanıldığını da muhtemel düşünmüştür. 

Geçenlerde bir yazar, edebiyat ve kültür söyleşileri yaptığı bir televizyon programında aynı konuyu gündeme getirerek bu özdeyişin nasıl anlaşılması gerektiği konusu üzerinde durdu. Bu özdeyişle ilgili olarak bir avukat arkadaşının makalesini okuduğunu ancak burada da mülk kavramıyla ne kasdedildiğinin tam olarak anlatılmadığını, kendisinin bu özdeyişi açıklayan bir başka yazı da okumadığını söyledi.1 

Yukarıdaki özdeyişteki anlamıyla dil ve edebiyat metinlerde zaman zaman geçen mülk sözcüğünün bugün sadece bir kişinin sahip olduğu ev, dükkân, arazi gibi taşınmaz mal anlamıyla bilindiği, eski anlamının unutulduğu ya da bilinmediği kanaatine varmamız bizi bu yazıyı yazmaya yöneltti. Bazı kaynaklar mülk sözünü, bir kişinin kullanımında bulunan ev, arazi; bazı kaynaklar ise, devletin topraklarının tümü, ülke; bir kısım kaynaklar da ‘devlet’ anlamında almıştır. Kaynakların bazılarının bu sözün iki ya da üç anlamını bir arada verdikleri de görülmektedir.  

Ele aldığımız mülk sözcüğü, Arapçadan alıntı bir sözcüktür ve asıl anlamı unutularak yan anlamlarından birincisi çok yaygın olarak, ikincisi ise edebî metinlerde sıklıkla, üçüncüsü ise sadece bu özdeyişte kullanılmaktadır. 

Açıklamalarımıza geçmeden önce hemen söyleyelim ki buradaki mülk sözcüğü, Arapçadaki asıl anlamıyla ‘devlet’tir. Onun için bu özdeyiş “Adalet devletin temelidir” biçiminde anlaşılmalıdır. 

Arapçada bir kökten türetilmiş birbiriyle ilgili kaç sözcük bulunduğunu, bu dilden aldığımız bu sözcüklerin dilimizde kaçının kullanıldığını araştırarak söyleyebiliriz. Hatta bu tür çok anlamı olan tek bir sözcüğün hangi anlamlarının dilimizde kullanıldığını da her sözcük için ayrı ayrı bakarak söyleyebiliriz. 

Örnek vermek gerekirse, Okyanus’ta mülk köküyle ilgili 32 sözcük bulunmaktadır. Bundan başka deyn (borç / borç vermek ve borç almak) köküyle ilgili 20 sözcük var. Yine ĥasb (saymak, ta‘dâd) 29; ĥaśr (etrafını çevirip sıkıştırmak) 20; ĥükm (kazâ / Şu nesne şöyledir demek) 18; ĥamd (şükür, senâ-yı cemîl / öğmek) 38; ħamr (serhoş eden üzüm şiresi, bâde, süci / hamîre maya katmak, gizli olmak) 27; ħayr (hayır / bir adam sâhib-i hayr olmak) 34; dübr (art, arka, son) 37; derc (yazı yazılan tomar, kitap / yürümek, gitmek) 28; rekb (deveye binen gürûh ve kafile / rükûb, binmek, nâsezâ bir fiil işlemek) 34; ‘abr (rüyâ / geçmek, suyu geçmek) 37; ‘arz (dağ, dere, vâdi / bir iş zuhūr eylemek, izhār eylemek) 38; ‘alv, ‘ulv (yukarı / yüksek olmak) 51 gibi. 
                                                 
1 08 Nisan 2007 tarihinde Ulusal Kanal’da Demirtaş Ceyhun’un konuşması. 

Birçok anlamı olan tek bir sözcüğün hangi anlamlarının dilimizde kullanıldığını da ‘abr köküne bakarak görelim: 

abr (rüyâ / geçmek, suyu geçmek) köküyle ilgili dilimizde kullanılan sözcükler şunlardır: ‘ibāre, ‘ibret, ta‘bīr, ‘ibāret, i‘tibār, ‘ubūr, ‘İbrānī; kullanılmayanlar ise şunlardır: ‘abr, isti‘bār, ‘abret, ‘ibr, ‘abara, ‘ubr, ‘abar, mi‘ber, ma‘ber, ‘abbār, ābir, ‘abrā, ‘abret, müsta‘bire, müsta‘bere, ‘abīr, mu‘ber, mu‘bere, benātu ‘ibr, ‘aber¸ ebu’l‘abara, ebu’l‘abar, ‘abūr, ‘abīrā, ‘avber, mu‘ābīr, ‘aber, mu‘abberet, ‘ubret, yevme’l-‘abarāt, ‘ābire-t. 

Dilimizde kullanılan yukarıdaki Arapça sözcüklere baktığımızda kök anlamla türev arasında anlam ilişkisi olduğu görülüyor: ‘ibāre, “lisān-ı mütekellimden sem‘-i sāmi‘a ābir olan [geçen] kelām”; ‘ibret, ma‘rifet-i müşāhedden müşāhid olmayana vesīle-i tevessül olan [tutması için vesile olan] hālet”; ta‘bīr, “rü’yānın žāhirinden ‘ubūrdur [geçmektir]”; ‘ibāret, mā-fī’z-zamīri beyān eden [içtekini dışarıya çıkaran, ifade eden] kelāma denir; i‘tibār, ta‘accüb eylemek ve ta‘accüb ederek mütte‘iž olmak [va‘az ve nasihat kabul etmek] ile müfesserdir ki ‘ibret almak ta‘bīr olunur; ‘ubūr, çayın ve derenin beri yakasından öte yakasına geçmek; ‘İbrānī, Yehūd tā’ifesi, (‘ibr, nehr-i Nīl’e mensūb olmak demekdir.) Nīl kenārına naėl ve eyvā’ edenlere [bir yere konup rahat edenlere] ‘İbrī tekellüm eylediler ki nehir kıyısına mensūb oldular; iklīm-i Şām’ın ismi Süryā olmakla orada muėīm olanların lisānlarına Süryānī dediler. (Mütercim Asım 1305: C. 2, 19) 

Burada i‘tibâr sözcüğünün ‘ibret almak’ anlamında kullanıldığı, Türkiye Türkçesinde ise ‘saygı görme, saygınlık’ anlamında olduğunu düşünürsek Arapçadaki bu anlamın dilimizde kullanılmadığı anlaşılıyor. 

Konumuzla ilgili olarak Arapçadan dilimize giren birçok anlamı olan tek bir sözcüğün, dilimizde hangi anlamlarının kullanıldığını da aşağıda mülk maddesinde görelim.   

Arapçadan dilimize geçmiş bu tür bir sözcüğün asıl anlamı ve öteki anlamları yazılı eserlerde veya deyim, atasözü, özdeyiş gibi yazılı ve sözlü ürünlerde karşımıza çıkabilir. Üzerinde duracağımız mülk sözcüğü de yan anlamlarıyla dilimizde kullanılmakta, asıl anlamıyla sadece bu özdeyişte saklanmaktadır. 

1) Bu özdeyişi kim söylemiştir? 

Aslının Arapça “el-adlü esâsü’l-mülk” olduğu ifade edilen ve bir görüşe göre Roma hukukundan Arapçaya geçmiş bir çeviri olduğu belirtilen, bir görüşe göre de Hazret-i Ömer’in söylediği rivayet edilen bu özdeyiş hakkında Meydan Larousse ansiklopedisi şu bilgiyi vermiş: 
“Adalet mülkün temelidir, bir hadise dayanarak adalet ülkenin temelidir, esasıdır anlamında kullanılan söz” (Meydan Larousse, İstanbul 1972: 135)2  
2) Bu özdeyişte adalet sözünün  anlamı nedir? 

En kısa tanımıyla adalet, bir hakkın yerine getirilmesidir. Bilindiği gibi bu sözcük adl köküne dayanır ve “‘adl, ‘ žulm etmeyip herkesin ĥakkını vermek” (İbrahim Gani-Ahmed Naşid 1283: 142) demektir. Buradaki zulüm, haksız olan iş, adalete aykırı şey anlamındadır. Bir başka sözlükte ise “‘adl, [bi-fetĥi’l-‘ ayn] ‘Arabīdir. Her nesneyi yerlü yerince etmek ve berāber etmek ve cevriŋ zıddıdır ve meyl etmek ma‘nāsına gelür.” (Muhammed Şevket, 1268: 142) şeklinde geçmektedir. 

Bugünün diliyle söylersek, bir şeyi uygun ve doğru şekilde yapmak, bir ve eşit yapmak demektir. Haksızlığın karşıtıdır. Bir tarafa eğilim göstermek, gönlün bir şeye rağbet edip sevmesi anlamına gelir.  

Arapça sözcükler için güvenilir bir başvuru kaynağı olan Okyanus’ta bu kavram şu şekilde açıklanmıştır:       
“ ‘ Adl [‘aynıŋ fetĥi ve dālıŋ sükūnuyla] ve ‘adālet [‘aynıŋ fetĥiyle] ve ‘udūlet [‘aynıŋ zammiyle] ve ma‘dilet [mīmiŋ fetĥi ve dālıŋ kesriyle] ve ma‘delet [dālıŋ fetĥiyle], Cevr etmeyüp nüfūs ve ‘ukūlda istikāmeti kā’im ve derkār olan emir ve ĥāleti icrā eylemek ma‘nāsınadır. Lisānımızda ‘adālet eylemek ta‘bīr olunur ki sulŧān ve vālīye göre žulm ve sitem etmeyüp dād ve inśāf  eylemekden ‘ibārettir” (Mütercim Asım, 1305: 1428, 1429). 
Bu ibareyi şöyle sadeleştirebiliriz:  

Haksızlık etmeyip izzetinefisler ve akıllarda doğruluğu ayakta tutmak ve belli olan (gereken) iş ve hâli yapmak anlamındadır. Dilimizde adalet eylemek denir ki devleti yönetenlerin haksızlık (eziyet) etmeyip doğru ve âdil davranmalarından ibarettir. 
                                                 
2 “Başlıca maddelerin yazarları” bölümünde (M leng.) kısaltmasıyla verilen maddeleri Yusuf Çotuksöken’in yazdığı belirtiliyor.  

Bu açıklamaların özeti şudur: Adalet, ‘doğruluk, eşitlik’tir; yani doğru yapmak, eşit ve dengeli davranmaktır; ‘doğruluğu, eşitliği, dengeyi gözetmek’tir. Başka bir ifadeyle haksızlık veya yanlışlık yapmamak, eşitliği bozmamak ve herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı vermek; hakka, hukuka, hakkaniyete göre dengeyi gözetmek ve bu hakkın da maşerî vicdana ve akla uygun olması demektir. Nitekim; 
“Eski filozoflar adaleti ‘Herkesin hakkına riayet etmeyi ve başkasına ait olanı ona vermeyi emir ve telkin eden bir fazilettir’ diye tarif ederler ve ‘ilim, cesaret, şefkat, adalet’ suretinde sıraladıkları dört esaslı erdemden biri olarak sayarlar. Tabiatin, her şeyi maksat ve amacına sevk ettiğini düşünerek adaletin yaradılışta hayat ve kâinatın ahengini sağladığını söyleyenler vardır. Bunlara göre adaleti bir dereceye kadar tabiî saymak yanlış olmaz. Zaten dinler yaradılıştaki denklik ve düzenliği ‘ilahî adalet’ suretinde anlatırlar, insanlıktaki, cemiyetteki adaletin de buna dayandığını söylerler.” (Türk Ansiklopedisi, C. 1,  İstanbul  1950: 111). 
“Platon’a göre adalet, en üst düzeydeki uyumlu bir düzen anlamında, en yüce ve kapsamlı bir erdem, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles, adaletin tanımladığı erdemin eşitlik ve ölçülülük anlamı taşıdığını ileri sürmüştür. Bu hukuk düzeni kendiliğinden adaletli olma niteliği taşımaz. Hukuk düzeni, zayıfları koruyucu bir güvenlik düşüncesine dayanıyorsa adaletlidir... Adaletle hukuk düzeni çoğunlukla örtüşmez. Hukuk adalete hizmet ederse de onu tam ve eksiksiz bir biçimde gerçekleştiremez. Örneğin yasaların genelliği ile onların uygulanacakları olayların özelliği arasında belirgin bir fark ve sürekli bir gerginlik vardır. Çünkü yasal düzenlemeler, kapsadıkları olayları, ancak bu tipik özellikleriyle ele alırlar. Bu nedenle yasaların somut olaya uygulanması sürecinde tamamlayıcı bir öğe olarak hakkaniyet göz ardı edilemez. Hakkaniyet yasa uygulayıcının bakışını somut olayın tipik olmayan özelliğine yöneltir. Yasanın genelliğinde noksan olanı, uygulamada düzeltici bir yaklaşımla tamamlamak adaletin gereğidir.” (AnaBritannica, C. 1, İstanbul 1986:72) 
Adaleti uygulayanların ne kadar güç bir iş yaptıkları ortadadır. Uygulayıcıların hangi özelliklere sahip olmaları gerektiği öteden beri önemsenmiş ve bu özellikler her dönem sıkı kurallara bağlanmıştır. Uygulayıcılardan yakınmalar ise her dönemde görülmüştür. Bunlar sık sık edebiyat alanına da yansımıştır. Bir örnek verelim. 
“Reviş-i  adldedir mertebe-i kurb u  kabūl
 Adlsiz ĥākime da vā-yı ĥ ükūmet ne revā”
Fuzulî 
Yakınlık ve kabul mertebesi adaletin gidişindedir,
Adaletsiz hakime hakimlik davası reva [layık] mıdır! 
3) Bu özdeyişte mülk sözünün  anlamı nedir? 

Bu konuda Türkçe Sözlük şu bilgiyi veriyor: 
“Mülk is. Ar. mulk 1. ev, dükkân, arazi vb. taşınmaz mal. 2. Vakıf olmayıp doğrudan doğruya birinin malı olan yer ve yapı. 3. esk. Devletin eğemenliği altında bulunan toprakların bütünü, ülke: Adalet mülkün temelidir.” (Türkçe Sözlük, Ankara 2005: 1434)3 
 Bu duruma göre Türkçe Sözlük de Meydan Larousse ansiklopedisindeki tanım gibi, bu özdeyişteki mülk kavramını ‘memleket’ anlamıyla alıyor ve yukarıdaki gibi “Adalet ülkenin temelidir” biçiminde açıklıyor.  

3 Eski baskısında da aynı tanım var. Türkçe Sözlük (1983: 859),  Ankara: TDK Yayınları 

Bu özdeyişte anlaşılmasında sorun olan mülk sözcüğü Okyanus’ta şöyle açıklanmış: 

“Melk, mülk, milk, [mīmiŋ ĥarekāt-ı ŝülāŝî ve lāmıŋ sükūnuyla] ve meleke-t, [feteĥātla], memlüket [mīmiŋ fetĥi ve lāmıŋ zammı],  alā kavl memleket, memliket, memlüket, [ ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle], bir nesneye istiklāl vecĥi üzere zabŧ eylemeğe  kādir olarak žafer bulup zīr-i dest-i istīlāya alma ma nāsınadır ki “mālik olmak tabīr olunur; ve melk, mülk, milk, [mīmiŋ ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle] yāħut melek [fetĥateynle], yāħut mülük [zammeteynle], mülkiyet üzere žabŧ ve taśarruf olunacak nesneye denür ve beyne’l - Arab, bir ādemiŋ mer- a ve meşreb  ve devvâb  ve mevāşisine  yāħut bir ādemiŋ kendisi ĥafr edüp infirād üzere  zabŧ eylediği kuyuya ıŧlāk olunur; ve  melk, mülk, milk, [ ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle] memlūk  manāsına müstameldir, meleke  ve bir ādemiŋ taħt-ı iktidārında olan şey’e denür. Melk, mülk, milk, [yine mīmiŋ ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle] kulluk , rıkk  ve bendegī manāsınadır; ve melk, mülk, milk, [yine ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle] ħātun tezevvüc eylemek manāsına müstameldir; ve melkü’ ŧ-ŧarīk, mülkü’ ŧ-ŧarīk, milkü’ ŧ-ŧarīk [yine ĥarekāt-ı ŝülāŝîyle] yoluŋ vasaŧına denür yāħud kenārına ıŧlāk olunur.” (Mütercim Asım, İstanbul 1305: 1122)                                              
Günümüz Türkçesiyle ifade edersek:  
Melk, mülk, milk, meleket, memlüket, memleket, memliket, memlüket, bir şeyi bağımsız bir şekilde elde tutma gücünü gösterip el altında bulundurmak anlamındadır ki “malik olmak” denir. Melk, mülk, milk, melek, mülük, taşınmaz mal olarak elde bulundurulacak ve kullanılacak şeye denir ve Araplar arasında, bir kişinin mer’a (otlak) ve meşrep (hayvanlarının su içme yeri, suvat) ve devvâp (binek hayvanları) ve mevâşisine (mâşiyeler: koyun, sığır, keçi ve deve gibi beslenen hayvanlar) yahut bir kişinin kazıp tek başına elinde tuttuğu kuyuya denir. Melk, mülk, milk, memlûk (mâlikin mülk ve malı olan ve müstakillen tasarrufunda bulunulan köle, kölemen) anlamında kullanılır; meleke, (mâlik olunan nesne, mahâret, alışıklık, yeti) ve bir kişinin yönetiminin altında bulunan şeye denir. Melk, mülk, milk, kulluk, kölelik anlamındadır. Melk, mülk, milk, hatunu zevce/eş edinmek anlamında kullanılır ve melküŧ-ŧarīk , mülküŧ-ŧarīk , milküŧ-ŧarīk , yolun ortasına denir.   

a) Mülk’ün Arapça kaynaklardaki anlamları  

Hâlbuki Arapça kaynaklarda mülk sözcüğü, bu anlamlarının yanında hakimiyet, kudret, saltanat ve tasarruf anlamlarında kullanılmıştır. Bu özdeyişteki anlamı da kudret ve saltanat anlamına dayanır. 

Nitekim Kur’an’ın altmış yedinci suresi olan Mülk suresinde bu sözcük, ‘hakimiyet, hükümranlık, hükümdarlık ve tasarruf’ (İslâm Ansiklopedisi 1997: 797) anlamlarında kullanılmıştır.4 
                                                 
4 “Mülk. al-Mulk, Kur’an’da LXVII. sûrenin adıdır. Mekke’de nazil olup 30 âyettir. Surenin en çok kullanılan adı olup hakimiyet ve tasarruf mânasına gelir ve ilk âyetinden alınmıştır. Bu sûreye Tabāraka adı da verilir. Diğer isimleri şunlardır: alMāni-a, al-Mannā-a, al-Vā ė iya ve al-Munciya: nadiren al-Mucādala adı ile de anılmaktadır. al-Mulk suresinde Tanrı’nın kudreti ve yüceliği anlatılarak bilhassa onun yaratıcılık sıfatı üzerinde durulmakta, yarattığı kâinâtta hüküm süren nizam ve ilahî kanûna işâret edilmektedir… Bu kelime, hükümdarlık, hakimiyet mânasında olarak, Allah hakkında ve Ahd-i Atik’te mevcut İslâmiyetten önceki bâzı şahsiyetler münasebeti ile, Kur’an’da kullanılmıştır; ilk mânada malakūt’un müteradifidir; fakat bu son kelime Kur’an’da yalnız 4 defa ve dâimâ muzâf olarak (kull şay’ veya alsamâvât va’l-arŜ) geçer; halbuki mülk ekseriyâ yalnız başına kullanılmıştır. Mulk, Allah’a âittir; bu hususta hiçbir ortağı yoktur; gök ve yer ile adâletin mulk’ü Allah’ındır; mulk’ü istediğine verir…” 

Arapçadan, Türkçeye ve başka dillere yapılan Kur’an çevirilerilerinde mülk sözcüğü’hakimiyet’le tercüme edilmiştir.

5 “Mr. Pickthall (Pikçal)’ın The Meaning of the Glorious Koran (Kur’anı Azimüşşanın Manâsı) adlı eserinde mülk kelimesini hâkimiyet ile terceme etmiştir. Fakat Abdullah Yusuf Ali gibi başka bir mütercime müracaat edersek onu hüküm kelimesiyle terceme ettiğini görürüz” (Şirvani , 1965: 307, 308). 

Sözcüklerin Arapçadaki ilk anlamlarını veren lügatlere baktığımızda mülk sözünün ‘iktidar’ ve ‘devlet’ anlamında kullanıldığını görüyoruz. 

Arapça-İngilizce sözlüklerde de mülk maddesi için verilen karşılıklarda “hükümet, idare; hükümet etme, üstün olma ve tabi kılma; tasarruf; memleket, arazi, toprak; emr etmek; saltanat, devlet” (Hans Wehr 1974: 922) anlamlarını buluyoruz.

6 Mülk, Ar. rule 1. ĥükūmet 2. ĥükm 3.// kaide 4. kānūn 5. nižām 6. nežāret, riyāset, idāre, reing 1. salŧanat etmek, ĥükūmet etmek 2. padişahlık etmek 3. cārī olmak, müstevlī olmak, ŧārī olmak, supreme 1. cümleden yüksek ve alā ve erfā 2. emir ve nehy ve ĥükūmet ve nüfūź cihetleriyle cümle üzerine fā’iė ve metbū 3. çok, pek, kāmil, ekmel, authority 1. emir, ĥüküm, ĥükūmet 2. āmir, ĥākim, vālī, veliyyü’lemr, śāĥib-i emir, emir śāĥibi, dominion 1. ĥüküm, ĥükūmet 2. taśarruf, mālikiyyet 3. mülk, memleket, arāzī, toprak, domination ĥüküm, ĥükūmet 2. taĥakküm 3. taāallüb, dominance ĥākimiyyet, śalāĥiyyet, taĥakküm, sway 1. aśā gibi şeyi elinde tutup āheste śaāa śola śallamaė *2. āśā-yı ĥükūmeti manen śallayup işāret ederek emir ve nehy etmek, eğmek, meyl ve rükūn ettirmek, çevirmek, imāle etmek, power 1. ėuvvet 2. ĥüküm, aĥkām 3. te’ŝīr, 4. ĥükūmet 5.// devlet 5// pādişāh, sovereignty pādişāhlıė, ĥükūmet, salŧanat 2. devlet-i müstaėille, kingship 1. pādişāhlık śıfatı, royalty krallık, pādişahlık, mülkiyyet; monarchy 1. devletin re’īs-i vāĥid marifetiyle idāre olunması uśūlü, pādişāhlık uśūlü 2. pādişāhlık olan devlet; tenure şarŧ-ı taśarruf, holding mülken yāħud kirā ile biriniŋ zabŧında bulunan akāret, right of possesion mülkiyyet ĥakkı, possersory right źilliyedlik ĥakkı, ownership śāĥiplik, mülk.

b) Mülk’ün Anadolu sahası lügatlerindeki anlamları 

Anadolu sahası lügatlerinden Arapça, Farsça ve Türkçe sözcükleri, ilk ve son harflerine göre alfabetik olarak veren ve aynı dönemde yazılmış diğer lügatlerde bulunmayan bir özellikle Arapça sözcüklerin asıl anlamlarının yanında, çekimli şekillerinin anlamlarını da açıklayan Eser-i Şevket adlı lügatte şöyle deniyor: 
“Melk, [bi-fet ĥ i’l-mīm ve sükūnü’l-lām] Arabīdir. Kudret ve şiddet ve mübālağa manālarına; mülk, [bizammi’l-mīm ve sükūnü’l-lām]  Arabīdir. Kudret ve saltanat ve taśarruf etmek manāsına; milk, [bi-kesri’l mīm ve sükūnü’l-lām]  Arabīde bu daħı meźkūr manāyadır. İbtidāki muŧlakā taśarruftan ibāretdir; ikinci źevi’l- ukūlüŋ gayride taśarruf etmeğe maħśūś dur. Melleke [tef - īl bābından fi- l-i māzī-i mālūmdur] temlīk etdi manāsına.” (Muhammed Şevket 1268: 660) 
Buradaki kudret sözünün anlamı ‘iktidar’ ve saltanat sözcüğünün anlamı ‘devlet’tir. 

Ahter-i Kebîr sözlüğünün yazarı kudret sözcüğü için “ kuvvet ve gınā, yesār gibi” (Mustafa Ahterî 1310: 328) yani “güç ve zenginlik” anlamı veriyor. Saltanat sözcüğü için ise ‘galebe ve ažamet’ anlamını vermiştir. Lügatte galeb, [bi-fetĥateyn]  Arabīdir. Bir kimse yoğun boyunlu olmak manāsına. galb, [ ñarb vezninde] bir kimsenin üzerine yığın olmak manāsına ki zor ve kudretle anı makhūr eylemekden ibāretdir. (Muhammed Şevket 1268: 505). Galebe, zor ile biri biri üzerine yığın olmak, gavgāda üst olmak (Redhouse, 1281:  C. 2, 36). “Galebe Ar. gālib gelme, yeŋme, üstünlük, gālibiyyet” (Şemseddin Sami 1317: 968) demektir.   

Bilindiği gibi galip olmak, hakim olmak, hükmetmek, hükümet etmek ‘kadr’ ve ‘kudret’ ile ilgilidir ve bu kadir olmakla, iktidar olmakla gerçekleşir. İktidar olmak ise muktedir olmak yani gücü yetmek demektir. Sonuç olarak hakim olmak, hükmetmek ve devlet olmak, güçle kuvvetle sözünü geçirmektir. Zaten hüküm sözünün anlamı ‘emr etmek ve men etmek’tir. Buyuracak ya da yasaklayacaktır. Bunu da tabiî ki adaletle yapmak gerekir. Adalete dayanmayan güç ve kuvvet zulm ve eziyet getirir. Onun için hakimiyet/egemenlik kurmak ve devleti yönetmek güce ve kudrete dayanır. Bu anlamda güç ve kudret iktidar ve hakimiyet anlamına gelir. Đktidar olma ve hakim olma, hükm etme, hükümet etme şeklinde somutlaşır. Onun için: 

“Adalet, hakimiyetin, hükmetmenin, iktidarın yani devletin temelidir” denmiştir. 

Devlet sözcüğü de ‘galip olmak, galibiyet’ anlamındadır ki bu anlamın ‘hakim olmak, hakimiyet’ ile eşdeğer olduğu açıktır. Devlet sözünün ilk anlamı, 
“İnkılāb-ı zamān manāsındadır ki zamānıŋ ĥālden ĥāle taāayyür ve inkilābından ibāretdir” biçiminde olsa da asıl anlamı “vaktiyle ĥarb ve kıtālde iki askerin birbirine bi’n-nevbet gerü ĥamle ile galebesinden ibāretdir ki ol bunı ve gāh bu onı sürüp götürür.  Alā kavl dālıŋ fetĥi ve žammı müsāvīdir ki ikisinde daħı istimāl olunur; yāħud dālıŋ žammıyle āħirinde fetĥiyle [dövlet], dünyāda müstameldir ki žafer-i dünyevī ve žafer-i uħrevīden ibāretdir. Cem'i düvel/devel/dival’dir, dālıŋ ĥarekāt-ı ŝülāŝī ve vāvıŋ fetĥiyle  (Mütercim Asım 1305: 1300). 
Yine 
“Devlet, dövlet, [bi’l-fetĥ ve’z-zamm] iki asker muĥarebe etdiklerinde birisi āħara (diğerine) gālib olmak. Cem'i düvel ve düvelāt ve inde’l-ba'z dövlet [Ŝamm-ı dāl ile] mālda müstameldir ve devlet [fetĥ -i dāl ile] ĥarbde ve cāhidde müstameldir (Mustafa Ahterî 1310: 400).           
Yakın dönem sözlüklerinden biri ise, 
“Devlet, māl ve rütbe ve itibār śāĥibi olmak ve kendü kānūnlarıyla ĥüküm ve idāre olunan memālik-i müstak ille” (Redhouse 1281: 166) 
biçiminde tanımlamıştır. 

c) Mülk’ün edebî metinlerdeki anlamları 

Mülk sözü ‘devlet’ anlamında edebî metinlerde de kullanılmıştır: Örneğin Balasagunlu Yûsuf Hâs Hâcib’in 1069 tarihinde yazdığı Kutadgu Bilig’inde 37. beyitte şöyle geçmektedir:      
Bu mülkni ŋ ħarabı bekāsı nedin    
Yā mülket kalurı barurı adn
(Reşid Rahmeti Arat 1947: 7) 
Reşit Rahmeti Arat, bu beyti şu şekilde çevirmiştir:           
Devletin harap olması ve beka bulmasının neden ileri geldiğini,
Bu hâkimiyetin nasıl devam ettiğini ve nasıl elden çıktığını (açıklamış)
(Reşid Rahmeti Arat 1959: 7) 
Bu beytin birinci dizesinde geçen mülk sözcüğünün ‘devlet’ olarak, ikinci dizedeki mülket sözcüğünün ise ‘hakimiyet’ olarak çevrildiği görülmektedir.  
“Mülket is. mülk’ün nazımda kullanılan şeklidir. 
Mülket-i Rumda hem şairler / Ehl-i dil pirleri mahirler. Sünbülzade Vehbi, Şevkengiz.” (Hüseyin Kâzım Kadri 1945: 402) 
Ancak Kutadgu Bilig İndeks’inde “mülk Ar. memleket, mülket Ar. saltanat” (Reşit Rahmeti Arat 1979: 7) şeklinde açıklanmıştır. Bu durumda mülk maddesine, İndeks’teki ‘memleket’ anlamının yanı sıra çevirideki karşılığı olan devlet anlamının eklenmesi ve ikinci dizede mülket sözcüğü ‘hakimiyet’ sözcüğüyle karşılandığı için yine İndeks’te mülket maddesinde ‘saltanat’ sözcüğünden sonra hakimiyet sözcüğünün de yazılması uygun olacaktır. 

Yine mülket sözcüğü Kutadgu Bilig’de ‘saltanat’ anlamında 91. beyitte geçiyor. 
Ay dünyā cemāli uluğlukka körk  
Ay mülketka nūr ay yayığ kutka örk
(Reşid Rahmeti Arat 1947: 26) 
Reşit Rahmeti Arat, bu beyti şu şekilde çevirmiş:               
Ey dünyanın süsü ey ululuğun ziyneti,            
Ey saltanatın nûru ey dönek huylu saâdetin bağını elinde tutan
(Reşid Rahmeti Arat 1959: 18) 
‘Saltanat’ sözü için Türk Lügati şu açıklamayı yapmış: 
“Salŧanat Ar. is. padişahlık, hükümdarlık; sultanlık; devlet, hükümet. Mec. azamet; şevket, debdebe, tantana, dârat” (Hüseyin Kâzım Kadri 1945: C. 3, s. 105). 
Kāmûs-ı Türkî ise “saltanat” sözcüğünü şöyle açıklamaktadır: 
Salŧanat, Ar. 1. Pādişāhlık, ĥükümdārlık: Kānūnī Süleymān Ħān kırk sene salŧanat sürdü. 2. Devlet, ĥükūmet: Salŧanat-ı seniyye, Salŧanat-ı  Oŝmāniyye 3. Mec. Debdebe, ŧanŧana, dārāt. // Salŧanat kayığı = Pādişāhān-ı  ižām ĥažerātınıŋ rükūb-ı hümāyūnlarına maħśūś köşklü kayık” (Şemseddin Sâmi 1317: 733). 
Daire-i adliye şemalarında da mülk ve ‘devlet’ eş anlamlı olarak ifade edilmektedir.                
“Mülk ve devlet asker ve ricâl iledir.
Ricâl mal ile bulunur.      
Mal reayadan husule gelir.
Reaya adl ile muntazamü’l-hâl olur.”
(Mustafa Naima 1281: C. 1, s. 40) 
Mülk sözcüğünün ‘memleket’ anlamıyla Çarhname’nin 46. beytinde geçtiği görülüyor:    
“Bu dünyā, bilki saña bākī kalmaz,    
Eger milküñ ola Şam u Ħorāsān”
(Ahmed Fakih, İstanbul 1956: 7) 
Kâmûs-ı Osmânî’de ise mülk sözcüğü şu şekilde tanımlanmıştır: 
“Mülk, Ar. 1. Zîr-i taśarrufda bulunan mâl, gayr-i menkūl. Iśŧılāĥ -ı fıkıhda üç śūretle źikr olunur: Mālik-i muŧlāk , mālik-i mukayyed, mālik-i müverraħ 7 2. Müsta ė ilen yed-i taśarrufa alınan şey, memleket. Mülkî: Mülke mensūb, idāreye müteallik demekdir. Mülkî ve askerī, me’mūrīn-i mülkiyye. Mülkiyyet: Emlākiŋ vakf olunarak śūret-i muŧlak ada ve müstak ıllede taśarruf olunması. Dārü’l-mülk: Pay-i taħt, makarr-ı ĥükūmet demekdir” (Mehmed Salâhî 1329: 531, 532). 
Sözlüğün son ifadesinde görüldüğü gibi “dārü’l-mülk: Pay-i taħt, makarr-ı ĥükūmet demekdir” ve mülk sözünde ‘hükümet’ ve ‘devlet’ anlamı bulunmaktadır. 

Bu yüzden Osmanlı devletinde memleket idaresi ile ilgili belirli görevler için yetiştirilen üst düzey sivil kamu görevlileri sınıfına ‘mülkiye’ denmektedir. Bilindiği gibi eskiden hizmet sınıfları seyfiye (askeriye), ilmiye, kalemiye, mülkiye olmak üzere dört ana bölüme ayrılıyordu. Bu görevlileri yetiştirmek amacıyla II. Mahmud (1808-1839) kalemiye sınıfının üstündeki görevlileri ‘mülkiye’ sınıfı içerisinde toplamıştır. 1843’te ise mülkiye rütbeleri konmuştur. Nasıl ki ‘seyfiye’ sınıfının yetiştirilmesi için kurulan kurumun adına ‘mekteb-i harbiye’ denmişse, ‘mülkiye’ sınıfı için kurulan eğitim kurumunun adına da ‘mekteb-i mülkiye’ denmiştir ve daha sonra sadeleştirilerek ‘mülkiye mektebi’, cumhuriyetten sonra da bu ad ‘Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dönüştürülmüştür. 
                                                 
7 müverrah Ar. tarihlenmiş, zaman-ı vuku‘u ta‘yin edilmiş, yevm ve şehr ve sene-i inşası kayd olunmuş. 

4) Değerlendirme ve Sonuç 

Adalet, mülkün temelidir özdeyişinde mülk sözcüğü devlet anlamında kullanılmıştır. Arapçada mülk’ün asıl anlamı kudret ve saltanat’tır. Bu da iktidar ve devlet demektir. Kudret ve saltanat’ın tabiî sonucu, hakim olmak ve sahip olmaktır. Bu nedenle bir kişinin sahip olduğu ‘toprak’, genişleyerek bir devletin gücüyle hükmettiği toprakların bütünü olan ‘memleket’i içine alır. Gücün sahibi olan ‘devlet’, gerektiğinde güce/zora başvurarak haksızlıklara engel olur, muktedir olduğunu gösterir. Bu güç yanlış kullanılırsa zulüm ve eziyete yol açar. Devlet, otoritesiyle haksıza ve haksızlığa geçit vermeyeceği düşüncesini, hakka ve haklıya güven duygusunu telkin eder. Memlekete hükmederken herkese adaletle; doğru, eşit ve dengeli davranarak; herkesin hakkını korur. Böylece devlete saygı duyulmasını sağlar, devletin saygınlığını artırır. Devlet, hükmünü adaletle yürütecek, hakimiyetini adaletle sağlayacaktır. Adalet olmayan yerde devletin varlığından söz edilemez. Adaletli olmayan bir devletten hiç kimseye hayır gelmez. Herkese lazım olan en önemli ve en gerekli şey, her şeyden önce ve mutlaka adalettir. Onun için doğru dürüst devlet olamamanın temeli adaletsizliktir. 

Devlet olmanın temeli adalettir ya da adalet, devletin temelidir. 



KAYNAKÇA 

AHMED FAKĐH, Çarhname, (Yay: Mecdud Mansuroğlu), İstanbul 1956 
İBRAHİM GANİ, AHMED NAŞİD, Zübdetü’l-Lüāat, İstanbul 1283 
ARAT Reşit Rahmeti, Kutadgu Bilig I, Metin, TDK Yay. İstanbul 1947 
———————, Kutadgu Bilig II, Çeviri, TDK Yay., Ankara 1959 
———————, Kutadgu Bilig III, İndeks, (Haz. ERASLAN Kemal, SERTKAYA Osman Fikri., YÜCE Nuri.) İstanbul 1979  
HÜSEYİN KÂZIM KADRİ, Türk Lüāati, C. 4, TDK Yay., İstanbul 1945 İslâm Ansiklopedisi, C. 8, Eskişehir 1997, s. 797 Meydan Larousse, C. 9, İstanbul 1972, 135 
MEHMED SALÂHÎ, Kāmûs-i Osmânî, C: 4, İstanbul 1329 
MUHAMMED ŞEVKET, Eser-i Şevket,  İstanbul 1268 
MUSTAFA AHTERÎ, Ahterî-i Kebîr, İstanbul 1310 
MUSTAFA NAİMA, Naima Tarihi, C. 1, İstanbul 1281, s. 40 
MÜTERCİM ASIM, El-Okyânûsü’l-Basît fî Tercemeti’l“Kāmûsi’l-Muhît”, C. 3, İstanbul 1305 [REDHOUSE], İlâveli Müntehabât-ı Lüāât-i Osmâniyye, İstanbul 1281 
ŞEMSEDDİN SÂMÎ, Kāmûs-ı Türkî, İstanbul 1317 
ŞİRVANİ, Harun Han, Studies in Muslim Political Thought and Administration, Çev. Kemal Kuşçu, İslâmda Siyasî Düşünce ve İdare Üzerine Araştırmalar, İstanbul  1965 Türk Ansiklopedisi, C. 1, İstanbul 1950, s. 111 
Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara 1983, 2005 
WEHR, Hans, A Dictionary of Modern Written Arabic, Wiesbaden 1974 



Yorum Gönder

0 Yorumlar