TÜRKİYE BAŞKANLIK HÜKÜMETİ SİSTEMİ


BAŞKANLIK HÜKÜMETİ SİSTEMİ: 
"RATIO POLITICA"SI VE TÜRKİYE

Dr. Günsev EVCİMEN
• Dr. Günsev Evcimen, 1.0. Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Anabilim Dalı
Öğretim yardımcısı'dır.
Murat Apay
Metin Düzenleme

"Ülkenin mülkiyetine sahip olanlar, 
O'nu yönetmelidir."
John Jay
The . Federalist Papers" 1yazan


Anayasa Hukuku teorisinde "hükümet şekli", yönetimin kurumsal yapısını betimler ve bu açıdan, bir diğer irade ile, yönetim "iş"2 inin görülüş tarzı bakımından, iki ana yönetim şekli ayırdedilir: yönetim gücünün bir bütün olarak örgütlendiği ve yönetim iş'inin tek elden görüldüğü güçler birliği sistemi ile, bu gücün birden çok ve farklı kurum aracılılığı ile, parçalanarak kullanıldığı, güçler ayrılığı sistemi. Güçler ayrılığı sisteminin at türleri (parlamentarizm ve başkanlık hükumeti sistemi) ise, birbirlerinden, Meclis ve Hükumet kurumları arasındaki ilişkinin özellikleri bakımından farklılaşırlar: Yargı'nın yönetim içindeki konumu ve işlevi, alt sistemlerin sınıflanmasında etkili değildir.

1. The Federalist Papers", Federal Anayasanın New York eyaletinde onaylanmasını sağlamak üzere, Ekim 1787-Temmuz 1788 tarihleri arasında New York basınında "Publius"mtistcar adı ile, HamiIıon-Madison-Jay tarafından yazılan 85 makaleye -topluca-verilen addır.
2. Vile (1967), ~. 16.
3. Başkanlık Hukümeti sistemi ile ilgili açıklamalar, sistemin proto-tip'ini ve istikrarlı tek örneğini oluşturması nedeni ile, 1787 ABD. Federal Anayasası esas alınarak yapılmıştır.

Bu iki tespit doğrultusunda, ikinci sistemin alt türlerinden biri olan başkanlık hükumeti sisteminin genel hukuki özellikleri3 şöyle sıralanabilir:

I. Meclis ve Hükumet, birbirlerinden ayrı birer varlığa, "organ" kimliğine sahip olacak şekilde kurumsallaştırılmıştır .

a. Bu kurumların kadrosu farklıdır: Meclis, Hükumeti bünyesinde barındırmaması itibari ile bir "parlamento" değildir.
b. Her iki organın hukuki yetkilerinin "dolaysız" kaynağı, Anayasadır5
c. Meclis ve Hükümet, birbirlerinden ayrı olarak, farklılaştırılmaya çalışılan usullerle ve doğrudan halk seçimi ile iktidara gelirler.

2. Meclis ve Hükumet, birbirlerinden bağımsız olarak iktidarda kalırlar. Yetkilerini paylaşan güçlerin ayrılığını ve eşitliğini sağlayan temel etken, budur. 6

a. Meclis içinden çıkmayan Hükümetin, Meclise karşı siyasi sorumluluğu da yoktur: Seçim dönemi içinde izlediği politikalar (program) nedeni ile, Meclis tarafından görevinden azledilemez. Kısaca Hükümet -Başkan- aynı seçim dönemi içinde hiç kimseye karşı,sorumlu değildir.7
b. Hükümet (Başkan) fesih mekanizmasını işleterek, Meclisin. görevine son veremez.

3. Meclis ve Hükümet, yönetim işlevini (politika saptama, uygulama, denetleme)8 ortaklaşa ifa ederler9. Her kurum, yönetim gücünden hukuken kendisine düşen payın kullanımın, diğerinin işbirliğine, diğerinin bu kullanımın yerindeligini onaylamasına muhtaçtır 10.

4. Yürütme organı bölünmemiştir. Halk tarafından doğrudan -Meclis aracılığı olmaksızın- seçilen hükümet tek kişiden oluşur. Bu kişi aynı zamanda Devlet Başkanıdır. Başkan tarafından seçilen ve Meclisçe onaylanan yardımcıları ise, bir "kabine"oluşturamazlar. Bağımsız varlık, program ve dolayısı ile, Meclise karşı ortak ya da bireysel siyasi sorumlulukları; bu anlamda, siyasi kimlikleri, yoktur.

4. Vemcy, s. 40-43.
5. Rossiter, s.74. Siyasi güçlerinin kaynağı ise halktır ve halkla ilişkileri bu açıdan doğrudandır.
6. Corwin-Peltason, s. 20-21.
7. Yeniden seçilme hakkının tanındığı Anayasal sistemlerde, Başkanın bir önceki dönemdeki icraatı, yalnızca yeniden seçimini kolaylaştıran ya da güçleştiren bir etken olabilir,
8. Loewenstein, s. 42.
9. Kongrenin temel işlevi olan kural koyma yetkisi, Başkanın veto yetkisi ile frenlenebilmektedir. Bundan da önemlisi. yasama politikalarının amacına ulaşabilmesi. uygulamaya geçirilebilmesi. Başkanın bu kuralları yürütmesine ve Kongrenin bu amaçla harcanmak üzere tahsis ettiği kaynakları kullanmasına bağlıdır. Yürütme politikalarının etkinliği ise, Kongrenin bu politikayı uygulayacak üst düzey kadrolara (1500.2000 arasında değiştiği söylenmektedir) yapılacak atamaları onaylamasına; Bu politikaların yürütülmesini sağlayacak mali kaynakları sağlamasına ve yürütmece belirtilecek alanlara kaynak tahsis etmesine; Bu politikaların yürütülmesi uluslararası ilişkiler ile ilgili olduğu ölçüde ise, andlaşmaları onaylamasına,  baglıdır.
10. Ebenstein vd. s. 44.224; Griffith, s. 6; Neustadt, s. 42; Corwin-Peltason, s.21.

Başkanlık hükümet sisteminin bu özelliklerinin, onu diğer sistemlere üstün kıldığı ileri sürülmüştür. Başkanlık hükümeti sistemi yandaşlarına göre, sistemin dayandığı güçler ayrılığı esasının sağladığı bölünme, uzmanlaşmayı kolaylaştıracak, yönetimi etkinleştirir. Gücün bölünmesinin onu zayıflatarak, özgürlüklerin ihlalinin; Güçler arasında kurulacak işbirligi ve karşılıklı fren ve denge mekanizmaları ile sağlanacak dengenin, güçleri birbirine eşit ve rakip, "kıskanç" iktidarlara dönüştürmesi ile, keyfi yönetimin 11; Sistemin öngördüğü "azınlık vetoları"12 aracılığı ile de, çoğunluk "istibdadının" engellenerek, azınlıkların korunulacağına inanılır.

Hükümetin, Meclisin araya girmemesi anlamında doğrudan işbaşına gelişinin, konsensus dengelerinin hassas ve görüş farklılıklarının "anlamlı" oldugu toplumlarda ve dönemlerde, hükümetin kurulamayışının neden olabileceği yönetim ve dolayısı ile, otorite boşluğunun yaratabileçeği sakıncaları engellediği; Temsil ilişkisini daha doğrudan hale getirerek, halk egemenliği ve ulusal temsil faraziyesini realiteye dönüştürdüğü; Yürütme ve dolayısı ile, onun aracılığı ile kullanılan devlet gücünün otoritesini sağlamlaştırıp, meşruiyetini arttırdığı; Yürütmenin "kimliğini" doğrudan saptama hakkı veren bu yöntemin, halka izlenecek politikaları da doğrudan onaylama ya da reddetme imkanı sağlayarak ve yürütmenin davranışlarını tahmin edilebilir kılarak, siyasal katılımı genişlettiği, kısaca, yönetimi demokratikleştirdiği ileri sürülür.

Yürütmenin bir kez göreve geldikten sonra azledilemeyişi, bir diğer ifade ile, konsensus değişmelerinin kurumsal platforma yansımasının engellenişinin, hükümete istikrar ve politikalarına süreklilik sağladığı; Ulusal yararın gerektirdiği durumlarda, hükümetin yansız, sınıflarüstü (ulusal yaran gözeten) politikaları ödünsüz izlemesini kolaylaştırdığı; Meclis üyelerinin oylarını, hükümetin düşmesine yol açma endişesi duymadan 13, parti disiplini ve sınıf çıkarları yerine "vicdanlarının sesine" uyarak, özgürce kullanmalarını imkan dahiline soktuğu belirtilir.

Yürütmenin monolitik yapısının ise, kriz dönemlerinde ya da acil durumlarda, sür'atli ve dolayısı ile, etkin müdahale imkanı sağladığına; Homojen oluşu nedeni ile de, izlenecek politikalarda tutarlılığı mümkün kıldığına inanılır.

Ne var ki, başkanlık hükümeti sistemi lehine ileri sürülen bu mülahazalar kısmen yanlış, kısmen de çelişkilidir. Bunların başında, güçlerin ayrılmasının sağladığı  faydaların başkanlık hükümeti sistemine özgü imiş gibi sunulması gelmektedir. Oysa bu avantajlar, aynı esası benimseyen parlamenter sistem bakımından da söz konusudur. 

11. Kuvvetler ayrılığı ile ilgili tüm hususlarda bkz. Gwyn
12. Federal Yüksek Mahkemenin Ex Parte Grossman (267 U.S. 87, 1925) kararında belirtildiği üzere, Başkan veya Meclislerden herhangi birinin üçte birinden bir fazlası, tüm yasama işlemlerini engelleyebilir. Temsilciler Meclisinin yarısı ve Senato'nun üçte ikisi, yargıçları impeachment yolu ile görevden alabilir. Yürütme,af yetkisi ile yargı kararlarını anlamsızlaştırabilir. Kongre Meclislerinden herhangi biri, yürütmenin istediği mali kaynakları sağlamayı reddederek yürütmeyi felç edebilir. Senato atamaları engelleyebilir. Bkz. Tresolini, s. 1ı. Weissberg'e göre, (s.42) 51 senatör (nüfusun %18'i) yasama faaliyetlerine hakim olabilir. 13 Devlet, Anayasa değişikliklerini engelleyebilir.
13. Griffith. s. 245

Buna karşılık, güçlerin işbirliği içinde ayrılığını öngören ve bunu fren ve denge mekanizmaları ile, özgün biçimde kurumlaştıran bu sistem, teorik planda, gücün odaklaşmasını engelleyererek14 zayıflatmakta; organlar arası uyuşmazlıklarda hukuki veya siyasi bir çözüm yolu15 ya da mercii öngörmemesi, bir diğer ifade ile. eşit ve rakip iktidarlar arasında sağladığı denge nedeni ile de. yönetimi hareketsizleştirme ve dolayısı ile tam aksine etkisizleştirme tehlikesini, potansiyel olarak içermektedir 16 .

Amaca uygun yeni kurumlaşmaların geliştirilmediği sistemlerde ise, karmaşıklaşan çağdaş yaşamın gerekleri, uluslararası ilişkile'rdeki çeşitlenme ve gelişme ve/veya kriz dönemleri, yürütmeyi eşyanın tabiatı gereği, tüm yönetim yetkilerinin aktığı bir girdap haline getirmekte 17; yürütmenin özellikle yasamaya ait yetkileri de ele geçirdiği görülmekte 18; Başkan'ın sembolik gözüken yetkileri dahi, gerçek yetkilere dönüşmektedir. Kısaca, güçlerin işbirliği içinde ayrılması esası, güçlerin yürütmede birleşmesi, güçler birliği ile sonuçlanmakta; Güçler ayrılığı esasının benimsenmesi ile gerçekleşeceği ileri sürülen faydalar ortadan kalkmaktadır. .

Yönetim gücünün parçalanması ve yönetim yetkisinin ortaklaşa kullanılmasının keyfi yönetimi, özgürlüklerin ihlalini engelleyeceği ve azınlıkları koruyacağı iddiası bakımından da- durum farklı değildir. Keyfiliğin hukukileştirildiği, özgürlüklerin kurumsal güvencelerinin bulunmadığı, yönetimin sınırlama yetkisinin sınırsız olduğu ya da objektif ölçütlere bağlanmadığı Anayasal sistemlerde, güçler ayrılığı yalnızca yetki kullanımını düzenleyen teknik bir ilke niteliğini kazanır: Çoğunluğun, azınlık ya da çoğunluk üzerinde kullandığı yetkilerin, yetki paylaşımını düzenleyen hükümlere aykırı olarak kullanılmasını, bir diğer ifade ile, yetki ihlallerini engeller. Kısaca, özgürlüklerin kim tarafından, nasıl ihlal edileceğini düzenleyen bir esas olmaktan öte bir anlam taşımaz.

Gücün parçalanmasının onu zayıflattığı iddiası ise, gücün hukuken sahip olduğu yetkilerin içeriği nazara alınmadığı takdirde doğrudur: Gücün zayıflatılmasına, gücün içeriğinden ve kullanım amacından bağımsız olarak pozitif bir değer atfedilemez. Yönetim organlarının ve örneğin yargının güçlendirilmesi, özgürlüklerin diğer devlet organları, kişi ya da topluluklarca ihlalinin engellenmesi; Yürütmenin güçlendirilmesi ise, özgürlüklerin sosyo-ekonomik alt-yapısının geliştirilmesi bakımından, tam aksine, zorunlu dahi olabilir. Çağdaş toplumlarda bireylerin ve toplulukların sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilmesi bakımından güçlü bir yürütmenin sistem yandaşlarınca da temel bir yapısal gereksinim sayılması, yürütmenin güçlendirilmesi ile özgürlüklerin ihlali arasındaki ilişkinin bu denli doğrudan olmadığını göstermektedir.

14. Vermey, s. 53.
15. Seçimlerin yenilenmesi yolu ile, halkın hakemliğine başvurulması.
16. Bunun yanı sıra, güçlerin bu özgün ayrılma tarzı, siyasi süreci karmaşıklaştırıp, dağınıklaştırarak, daha kolay örgütlenebilen, bilinçli, amaçları için doğrudan ya da dolaylı .olarak ayırabileceği kaynakları (para, zaman vb.) daha fazla olan güçlü çıkarların etkisi altına girmesine neden olabilir. Bu da eşitlik esasını zedeler; Demokratik forumun çoğulculuğu esası ile çelişir. Parenti, s. 224.
17. Rossiter, s. 77. Bu hususta özellikle bkz. aynı kaynak s. 77 vd.; Greenberg, s. 246-260; Pritchett, s. 304.
18.Yürütmenin güçlendirilmesi ile yürütmenin yasama yetkilerini ele geçirmesi, yasama işlevini üstlenmesi arasında hukuki bakımdan hiç bir teknik kavramsal bağlantı kurulamayacağı Bu tür ve siyasi amaçlı kurumsallaşmaların, güçlü yürütme kavramını aşacağı gözden kaçırılmamalıdır.

Buna karşılık yürütmenin tek kişiden oluşması ve başkana -tabandan ya da partiden aldığı güçle bağımsız görüş sunabilecek ve onu uyarabilecek bir hükümetin yokluğu l9; Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi 20; Başkanın kişiliğinde gücün bağımsızlık ve sorumsuzlukla birleşmesi 21, iktidarı kişiselleştirip 22, güçlerin ayrılması ile engellenmek istenen "keyfi yönetimi" tam aksine davet de edebilir 23.

Sistemin öngördüğü "veto"lar aracılığı ile azınlıkları koruduğu iddiası bakımından da sorunlar vardır 24. Demokratik rejimlerde azınlıkların korunması, azınlıkta kalma ve buna rağmen var olma hakkının güvence altına alınması ile sağlanır. Bu da -değişken olabilen- çoğunluklar tarafından kullanılacak yönetim yetkisinin herkes -azınlıklar ve çoğunluklar- için geçerli şekilde. Anayasal düzeyde içerik itibarı ile sınırlanması ve bu sınırların ihlalini engelleyecek kurumsal güvencelerin benimsenmesi ile gerçekleşir : Azınlığın korunması adı altında, sayısal azınlıkların çoğunluk yönetimini engellemesi ile degil. Çünkü demokratik yönetim yöntemine hakim olan temel ilke, çogunluk esası, çoğunluğun yönetme hakkıdır 25. Çoğulcu demokratik forumun varlık nedenlerinden, amaçlarından en temeli, kimin hangi kararlar aracılığı ile yönetim işlevini yerine getirmesinin daha yerinde olacağını saptamaktadır. Bir diğer ifade ile, bu forumda yapılacak tartışmalar boş, amaçsız değildir. Amaç, iktidarın oluşacak çoğunluklarca saptanacak kişilere verilmesidir. Foruma katılımın ana nedenlerinden biri de budur: Şu ya da bu sebeple, iktidarı elde etmek, toplumu yönetmektir 26. Azınlığın vetolar aracılığı ile çoğunluğun yönetimini engellemesi, kaybedenin haklı ya da doğru bulunmayanın kazanması anlamını taşır. Bu da, demokratik forumun rasyoneli ve meşrulaşma esaslan ile çelişir, varlığını anlamsız kılar 27.

19 Corwin, s. -ı95, 312.
20 Başkanlık seçimlerinde iyi aday olabilmek için gerekli koşulların, iyi bir başkanda bulunması gerekli koşullarla her Zaman çakışmayabilecegi hususunda bkz. King. s. 188.
21 Rossiter, S. 42. .
22 Corwin, s. 312.
23 Aynı yapı, demokratik yönetim'in ön koşulu olan alenilik esasını zedelediği gibi, hükümet ve devlet başkanlığının aynı kişide birleşmesi, teorik olarak çözümü mümkün olmayan bir işlev çatışması yaratabilir (Rossiter, s. 38); Daha kolay kontrol edilebilmesine de imkan sağlar.
24 İlk sorun "azınlık" kavramının tanımlanmayışının yarattığı belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Teknik anlamda azınlık, sayısal bir olgudur ve bir bütün içindeki bölünme oranlarını tanımlar. Siyasi bakımdan azınlık ise, ilkin, parlamento içi siyasi eğilimler bakımından söz konusu olabilir ve parlamentoda temsil edilen partilerin Meclis üyelerinin belirli bir politika üzerindeki karar oranlarını ifade edebilir. Bir diğer ifade ile, parti politikaları doğrultusunda ya da bundan bağımsız olarak ortaya çıkan eğilim farklılıklarının sayısal olarak saptanması ile belirir. Ya da parlamentoda temsil edilmeyen partilerin, edilenler karşısındaki sayısal gücünü gösterir. Buna karşılık. sosyo-ekonomik azınlıklar, sayısal bakımdan azınlık olabilir ya da olmayabilir. Nitekim, pek çok ülkede güçsüzler azınlıkta değil, çoğunluktadır ve korunmaları. durumlarını iyileştirici sosyo-ekonomik politikaların izlenmesi ile mümkündür. Güçlü sosyo-ekonomik azınlıkların "korunması" ise, ancak sosyo-ekonomik ve siyasal planlarda, bu grupların güçlerini sürdürmelerini sağlayıcı ya da etkinliklerini artırıcı politikaların izlenmesi anlamında söz konusu olabilir.
25 Çoğunluk yönetimini meşru kılan ise, çoğunluğun çoğulcu bir siyasi demokratik forum içinde oluşmasıdır.
26 Ya da etkilemektir.
27 Yineleyelim: Bu tür bir yönetim yönteminde, azınlığın korunması ancak uğruna mücadele edilen iktidarın içkin (Anayasal) sınırlarının varlığı ile gerçekleşir. Bir diğer ifade ile, mücadele zaten sınırlı ve örneğin yönetme hakkı ile azınlığın korunması arasındaki çatışma giderilebilir. 

Buna karşılık sistemin, başkanı, Meclislerde temsil edilen çoğunluk ya da azınlık taleplerine ya da haklarına duyarlı davranmaya zorlayan herhangi bir kurumsal düzenleme içermemesini28; Parti ya da parlamento içi azınlıkların iktidarda temsilini kurumsal olarak engellemesini29 ve dolayısı ile, azınlıkların siyasete tümüyle yabancılaşmasına30 neden olacak şekilde etkisizleştirmesini, azınlıkların korunması amacı ile bağdaştırmak hayli güçtür.

Başkanın doğrudan seçimi ve izlenecek politikaların bu yolla, dolaylı(başkan aracılığı ile) da olsa, halk tarafından saptanmasına imkan verilerek yönetimin demokratikleştirildiği iddiası bakımından ortaya çıkan temel sorun ise, özellikle güçlü adayların katıldığı seçimlerde gözlemlenen oy bölünmelerinin azınlık adayının seçilmesine imkan vermesidir31. Bu da onun temsil gücünü, tüm toplumsal eğilimleri ve dolayısı ile, toplumun tümünü temsil eden (etmesi gereken) Meclisler tarafından seçilecek başkanlara oranla çok daha zayıf kalacaktır. Başkan aracılığı ile halkın izlenecek politikaları daha dolaysız biçimde saptadığı tezi ise, ancak verileri sabit ve karmaşık olmayan sosyal çevreler için söz konusu olabilir. Oysa bu, çağdaş yaşamın, uluslararası ilişkilerin ve kriz yönetiminin gereklerinin, başkanlık hükümeti sistemi içinde daha etkili biçimde karşılanacağı iddiası ile pek de tutarlı .değildir.

Hükümetin kuruluşu ve sürekliliği bakımından sağlanan avantajlar ise, yönetimin otoritesinin daha farklı boyutlarda tehdit edildiği durumların oluşmasına neden olabilir. Hükümetlere ve politikalarına sağlanan istikrar32 , yaygın bir toplumsal konsensusu yansıtmadığı, siyasi gerçeğin toplumsal gerçekle uyum içinde bulunmadığı durumlarda, yönetimin konsensus tabanını genişletme arayışı içine girmesinin gerekli olmayışı ve / veya sistemin kendisini sürdürebilmesi için gerekli değişikliklerin yapılmasının kurumsal bir ihtiyaç olarak kendisini göstermeyişi, yalnızca başkanın -çoğu kez şiddet kullanılarak- değil, sistemin tümüyle, özünden değiştirilmesi ile sonuçlanabilir. Kısaca, "istikrar aşınlığı", sistem değişikliğinden, her türlü otoritenin toplumsal meşruiyetini tümüyle yitirmesine dek değişebilen bir dizi "amaç karşıtı" süreci harekete geçirebilir.

Yürütmenin, kriz dönemlerinde ya da acil durumlarda sür'atli ve dolayısı ile, bu açıdan etkin müdahale imkanı sağlayan monolitik yapısının ise, ancak sür'atin çözebileceği türdeki krizler ya da acil durumlar bakımından geçerli, göreli bir üstünlük olacağı ve bunun, tanımı gereği istisnai olması gereken krizler dışında, bir üstünlük olarak nitelendirilebilmesi mümkün olamayacağı da açıktır. Aynı.yapının, hükümet politikalarında tutarlılığı mümkün kıldığı iddiası ise, meclis üyelerinin parti disiplinine uymadan, bildikleri gibi, bir diğer ifadeyle,yasama işlevinin ifasında tutarsızlıklara neden olacak şekilde oy kullanabilmelerinin üstünlük olarak nitelenmesi ile çelişmektedir. 

28 King,s.232
29 Bu hususta ayrıca bkz. Weissberg,s. 157 vd.
30 Rossiter, s. 188.
31 Pritchett, s. 289; Young, s. 21ı.
32 İstikrar kavramı tek başına pozitif bir anlam içermez. Belirli bir yönetim ya da hükümetin sürekliliği ancak söz konusu yönetimin nitelikleri itibarı ile sürmesinde toplumsal bir fayda bulunduğu toplumca kabul ediliyorsa, olumlu bir değer olarak düşünülebilir.

Partili toplumlar çağında, meclis üyelerinin bu biçimde oy kullanabilmeleri ancak disiplinsiz partiler içinde; disiplinsiz partiler ise ancak ideolojik tek parti sistemi, bir diğer söyleyişle, partilerin aynı sınıfı temsil ettiği, siyasal farklılaşmanın sınıf-içi farklılaşma niteliği taşıdığı sistemlerde, söz konusu olabilir. İktidarın sınıfsal temellere oturtulması ve / veya toplumsal yapıda sınıflaşma engellenmediği sürece, hükümetlerin ya da meclis üyelerinin sınıflar-üstü bir yarar doğrultusunda davrandıkları savı, sınıf-içi farklılaşmalar doğrultusunda alınan kararların ya da kullanılan oyların, sınıflar-üstü davranışlar olarak meşrulaştırılmaya çalışıldığını göstermekten öte bir anlam taşımaz.

Görüldüğü gibi, Başkanlık Hükümeti sistemi lehine ileri sürülen mülahazalar kısmen yanlış, kısmen de çelişkilidir. Bu da söz konusu mülahazaların, teorik doğrulardan ziyade, belirli bir toplumsal konjonktürün verileri içinde, sistemin, yönelinen hedefleri gerçekleştirmeye elverişli olup olmaması ile bağlantılı olduğunu düşündürmektedir. Tıpkı günümüz Türkiye'sinde, başkanlık hükümeti sisteminin hukuki özelliklerinin siyasi planda gerçekleştirmeye elverişli olduğu; Sistem yandaşlarının ise irdelemekten kaçındıkları aşağıda belirtilecek siyasi sonuçlarının, onu, hangi nedenle Türk Anayasa değişmelerini yönlendirmede en güçlü aday kıldığını açıkladığı gibi. 

Şöyle ki, Başkanlık hükümeti Sisteminde : 

1. Yönetim gücünün parçalanarak, onun paylaşılmasını sağlayan denge ve kontrol mekanizmalarının kurulması, belirli bir siyasi çoğunluğun aynı anda yönetimi tümü ile ele geçirmesini ve toplumu tek başına yönetmesini engelleyebilir33. Kısaca, çoğunluk iradesi ve çoğunluk esası etkisizleştirilebilir.

2. Hükümetin görevini Meclis güveninin varlığına ve sürekliliğine bağlı olmadan yürütebilmesi, hükümette temsil edilen göreli bir siyasi çoğunluğa, aynı seçim dönemi içinde yetkilerini Meclis'te temsil edilen siyasi eğilimlere ve bu eğilimlerdeki olası değişmelere, kısaca topluma duyarlı olmadan kullanma, ülkeyi yönetme imkanı sağlar.

3. Hükümetin tek kişiden oluşması, kabine bulunmayışı, hükümetin yetkilerini parti içi eğilim farklılıklarını da nazara almadan ve politikalarından ödün vermeden kullanmasına neden olabilir.

20 Ekim seçimleri öncesinin iktidar partisi ANAP'ın (Anavatan partisi) Anayasayı parlamenter bir rejimden yana değil de, bu yönde değiştirme girişimlerinin özünde, başkanlık hükümeti sisteminin bu özelliklerinin, sistemin hükümete, Mecliste güçlü bir çoğunluğa dayanmadan34 ve gereğinde Meclis ya da parti içi çoğunluklara, bu çoğunluklardaki olası eğilim değişikliklerine rağmen, iktidardan düşme ya da sorumlu tutulma endişesi olmadan ülkeyi yönetme imkanı sağlamasının yattığı düşünülebilir: 1983-89 tarihleri arasında oylarının yarısını yitirmiş bir parti olarak35 ANAP'ın Anayasayı bu tür bir kurumlaşmadan yana zorlamakta nedensiz olduğu söylenemez. Dönemin iktidar partisinin durumun bilincinde olduğunu gösteren en açık kanıt ise, yaklaşık % 9'luk bir oy kaybına uğradığı 1987 seçimi öncesinde seçim yasasında yapmış olduğu değişikliklerin türüdür36 

33 Greenberg, s. 35I.
34 Parlamentoda güçlü bir çoğunluğa dayanan hükümetlerin Anayasa değişik1iği yolu ile hukuki güçlerini arttırma arayışı içine girmedikleri hususunda bkz. Blondel, s. 45.
35 14 Kasım 1983 genel seçimlerinde geçerli oyların 45.14 %'ünü alan ANAP'ın oy yüzdeleri, 29 Kasım 1987 genel seçimlerinde % 36.3l'e; 16 Mart 1989 Mahalli İdare seçimlerinde (İl Genel Meclisi üyelikleri için kullanılan oylar itibarı ile) % 21.803'e düşmüştür.
36 Bu değişikliklerin başında seçim çevrelerinin küçültülmesi. seçim çevresi barajının yükseltilmesi, Kontenjan Milletvekili seçiminde çoğunluk yönteminin benimsenmesi ile, göreli siyasi çoğunlukları milletvekilliği kazanmada daha şanslı hale getirilmesinin geldiği hususunda bkz. Araslı 

İkinci neden ise ekonomiktir37. 24 Ocak 1979 istikrar tedbirleri ile uygulamaya konulan ekonomik modelin gerekleri, parlamenter bir rejime oranla, başkanlık hükümeti sistemi ile daha iyi bir uyum sağlamaktadır. Ulaştığı gelişme düzeyi itibarı ile uluslararası kapitalizm, mal ve sermayenin serbest dolaşımı ile üretici güçleri dünya ölçeğinde bütünleştirmeye ve pazarlarını sürekli genişletmeye mahkumdur. Uluslararası kapitalizmin, Türkiye'yi 1970'lerin sonunda içinde bulunduğu kriz konjonktüründe benimsemeye zorladığı model de, Türk ekonomisinin dışa açılmasını ve uluslararası mal ve sermaye hareketleri ile bütünleşecek,ulusal ekonominin dış pazarlardan gelen etkilere göre şekillenmesini ve işlemesini; Bu yolla da yeniden mal ve sermaye ithal edebilecek duruma gelerek, sermaye birikim sürecinde yetmişli yılların ortalarında kendisini gösteren tıkanmaların giderilmesine; Uluslararası ekonomideki hiyeraşik yapılanmanın sürdürülmesine katkıda bulunmasını öngörmekte idi.

Bu da, önceden kestirilemeyen uluslararası ekonomik değişmeler doğrultusunda, ülke ekonomisinin uluslararası kapitalizmin kendisi için tanımladığı rol gereği alması gerekli kararları sür'atle, tartışmasız ve bütünlük içinde, tek elden almasını ve uygulamasını; Uluslararası planda dünya pazarını yönlendirecek siyasi-hukuki mekanizmaların yeterince gelişmemiş olması nedeni ile de, bu amaca uygun kurumlaşmaların, öncelikle ulusal planlarda gerçekleştirilmesini gerekli kılıyordu. 1982 T.C. Anayasası bu amaca yönelik bir kurumlaşmaya geçişin ilk adımı oldu38.

Türkiye'nin kriz koşullarında yaptığı ve askeri yönetimde sürdürebildiği bu "tercih''in dayandırıldığı Karşılıklı Üstünlükler kuramına göre, bol emeğe sahip bir tarımsal mal üreticisi olarak Türkiye, uluslararası ekonomik sistem içinde, düşük fiyatlı emek-yoğun (ücret) tüketim malı üretiminde yorgunlaşarak, bu malların ihracına dönük bir büyüme stratejisi benimsemek, bu alanlarda yeniden yapılanmak zorunda idi. Uluslararası pazarlarda rekabet imkanı sağlayabilecek teknolojik üstünlüğe sahip olmayan Türkiye'de, ucuz emek ve ucuz ham madde bu stratejinin temel ögeleri olabilirdi. Oldu da: 1980 yılında Milli Gelir içindeki payları %49.97 olan kar, faiz ve rant gelirleri, 1989'da % 65.4'e çıkarken, Tarım gelirleri % 23.87'den % 17'ye, Ücret-Maaş gelirleri ise %26.66'dan % 17.6'ya geriledi39. DİE.nün 1987 yılında yaptırdığı anket sonuçlarında ise Türkiye Nüfusunun % 6'sının, Milli 'gelirden % 22 oranında pay aldığı ortaya çıktı40.

37 Bu özet Evcimen'de zikredilen kaynaklardan yapılmıştır.
38 1982 Anayasasının özellikleri için bkz. Evcimen..

İç pazarı ve iç talebi önemsizleştiren ekonomi politikalarından doğan hoşnutsuzluğun, modelin firma ve sektör bazında, yasal ve yasa dışı sektörlerde öngördüğü yeniden yapılanmanın neden olduğu kısa vadeli çıkar zedelenmelerinin yarattığı hoşnutsuzlukla birleşerek, partilere, parlamentoya ve hükümete yansıması; Politika, iktidar ya da sistem değişikliklerine yol açması mümkündü. Bir diğer ifadeyle, uygulamanın 1980 öncesinde ancak kamu düzeninin büyük çapta bozulması ilce sağlanabilen, ideolojik nitelik taşımayan, zorunlu ve kısmi konsensusu yok etmesi, modelin gerektirdiği ekonomi politikalarının kesintisiz ve ödünsüz izlenmesini güçleştirebilecek, borç ve yatırım olarak ülkeye giren sermayenin getirisini tehlikeye sokabilecek en önemli etkendi.

Oysa, hükümetin, halkın partilere ve parlamentoya yansıyan isteklerine ödün vermeden, başta ülke ekonomisi olmak üzere, -en azından- belirli bir seçim döneminde toplumu özgürce, iktidardan düşme endişesi olmadan, sermaye sınıfı içinde ve dışında mutabakat aramadan yönetebilmesi; olası iktidar değişmelerinin yol açabileceği politika değişikliklerinin ise, monist yapısı nedeni ile, dışarıdan kontrol edilmesi parlamentolara nazaran çok daha kolay olabilen hükümetin (Başkanın) kullanacağı fren mekanizmaları aracılığı ile ve hiç olmazsa, hukuken meşru biçimde durdurulabilmesi ve denetlenebilmesi41; modelin öngördüğü değişim programının amacına ulaşması ve varsıllaştırdığı azınlıkların (ticaret/sanayi sermayesinin) kazanımlarını ve toplum içinde etkileşen konumlarını, yoksullaşan siyasi çoğunluklara karşı koruyabilmeleri, ancak başkanlık hükümeti sistemine geçişle mümkündür. Ekonomi politikalarının halk kitleleri bakımından olumsuz sonuçlarının,elle tutulabilir istatiksel verilere dönüştüğü; halktan "uzlaşma" adı altında tek taraflı fedakarlıklar istenmesinin yeniden gündeme geldiği bir ulusal; Açık otoriter rejim türlerinin ise, ekonomik modelin yarattığı toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırıcı siyasi-ekonomik söylem (Liberalizm) ile çelişmesi nedeni ile mümkün olamadığı; Tek merkezden yönlendirilebilen toplumların kapitalizmin yeniden yapılanma süreci içinde bulunması nedeni ile, özellikle gerekli olduğu bir uluslararası konjonktürde, siyasal sistemin 1982 Anayasası ile hukukileştiren antidemokratik yapısının güçlendirilmesi, modelin öngörüldüğünce izlenebilmesi için zorunluydu.

Başta çoğunluk esasının etkisizleştirilerek azınlık yönetiminin hukukileştirilmesi ve toplumun temsilcileri (meclis) ya da örgütlerince (parti) kanalize edilen eğilimlerine, sürekli ve kurumsal olarak duyarlı olmak zorunda kalınmadan yönetilebilmesine imkan verilmesi olmak üzere, başkanlık hükümeti sistemi bu özellikleri, kurumlaştırdığı antidemokratik yönetim tanı ile, bu gereksinime cevap vermeyen elverişli rejimdir.

39 Milli Gelirin Üç Aylık Dönemler İtibarı İle Tahmini, Dolarla İfadesi ve Gelir Yolu ile Hesaplanması adlı yayının yazarı (İst.Tic. Odası yay. 1987- 1, Isı. 1987) Doç. Süleyman Özmucur'un Cumhuriyet Gazetesi için yaptığı ve 28 Kasım 1989'da aynı gazetede yayınlanan araştırması.
40 Cumhuriyet, 16 Ocak 1990. Prof. Dr. Merih Celasun'un araştırmasına göre, nüfusun en yoksul yüzde 20'lik kesimi, Milli Gelirin ancak yüzde 2.6'sını alabiliyor. En zengin yüzde 20'lik kesime düşen pay ise Milli Gelirin yüzde 56.9'u. Cumhuriyet 28 Kasım 1989.
41 Konsensus'un zayıf olduğu ülkelerde hukuki meşruiyet. toplumsal meşruiyete bir alternatif olarak önem kazanmaktadır.

Bu da "şaşırtıcı" olmamalıdır. ABD. Federal Anayasası ile proto-tip'i kurumsallaştıran başkanlık hükümeti sistemi, katılma teorisine değil42, "devrim"teorisine dayanır. Kurumsallaştırma amacı da demokrasiyi değil, Anayasalı -sınırlı- bir yönetimi hukukileştirmek43, çoğunluk esasına dayanan ve devrimin meşrulaştırıcı söylemini oluşturan demokrasinin, mülkiyet ile bağdaştırılan özgürlükleri tehdit etmesini engellemekti. Anayasanın yapılışını hazırlayan olaylar ve Anayasa hükümlerine kısa bir bakış, bu yargıyı doğrulayacaktır.

Amerikan Anayasasının yapılması ile sonuçlanan Konvansiyon çağrısı44, konfedere devletler arasında ortak bir ticaret ve gümrük politikası saptamak için Virginia tarafından 13 devlete yapılan davete yalnızca beşinin katılması üzerine, Annapolis (Maryland)'den  bu kez bu beş devlet tarafından yinelenmişti. Konfederasyon yönetimince isteksizce onaylanan çağrının acıkça ifade edilen amacı, Konfedarasyon maddelerinin aksayan yönlerinin gözden geçirilmesi, düzeltilmesi idi. Bu çağrı yersiz değildi: Konfederasyon yönetimi bir çok bakımdan başarısızdı45.

Ancak Virginia tarafından yapılan (ilk) çağrıya yaygın bir katılım sağlanamayışından da anlaşılabileceği üzere, Annapolis çağrısı, federe devlet halkları ya da yasama organlarınca yaygın şekilde benimsenmiyordu46. Küçük çiftçi ve borçlu çıkarlarının geniş biçimde temsil edildiği ve korunduğu çoğu devlet yasama organının Konfederasyon maddelerini ortadan kaldırmak ve yeni bir Anayasa yapmak amacı ile toplanacak bir konvansiyona rıza göstermeyeceği biliniyordu. Nitekim, Federal Anayasanın yapılması ile sonuçlanan konfederasyon maddelerinin değiştirilmesi cereyanına önderlik edenler de, Amerikan Devrimi ile serbest kalan demokratik eğilimler47 nedeni ile mülkiyet haklarının tehdit edildiğini hisseden varsıi çevreler oldu48.

Bu kuşku temelsiz değildi: 18yy. sonlarında Amerikan toplumu, dört milyonluk beyaz nüfusunun %75'inin tarımla iştigal ettiği, küçük çiftçilerden oluşan bir tarım toplumu idi49. Bu durum, küçük çiftçilerin ve borçluların çıkarlarına doğrudan duyarlı olan, "Ieveling" (sınıfların eşitlenmesi) eğilimli konfedere yasama meclislerinin bu açıdan "Zirai" bir hukuk oluşturarak, mülkiyetin yeniden dağılmasına neden olması olasılığını, potansiyel bir tehlike olarak ortaya çıkartıyordu50.

42 Verney, s. 95.
43 Sözleşme teorisi ve tabii haklar anlayışının, devrim sonrası oluşacak iktidarı sınırlamaya elverişli oluşu nedeni ile Amerikan Devrimi ve Anayasa felsefesinin temelini oluşturduğu görüşünün Federal Yüksek Mahkeme içtihadında doğrulanışı için bkz. Lemer, s. 130.
44 Benzeri bir anlaşma daha önce Virginia ile Maryland arasında gerçekleştirilmişti.
45 Hazine boştu. Konfederasyon savaş sırasında Fransa ve Hollanda'dan aldığı borçları ödeyemiyordu. Bu dönemde bastırmak zorunda kaldığı para nedeni ile enflasyon vardı. Batı'ya yerleşmeye gidenleri, İngiliz ve İspanyollara karşı koruyamıyor, Kızılderili kabilelerini denetleyemiyordu. Dış politikası etkisizdi: Özellikle (konfedere) devletler arası. ticarette hüküm süren rekabet, ortak bir ticaret politikası izlenmesini. imkansızlaştırıyordu. Bu hususta bkz. Young, s. 16 vd.; Corwin.Peltason, s. ıo.ı i; Kelly, s. 101 vd.; Pritchett, s. II -13.
46 Pritchett, s. 9, 12, 19.
47 Creenberg, s. 347.
48 Bkz. Kelly, s. 110 vd.

Nitekim, başını Rhode Island'ın çektiği bazı devletler, Konfederasyon maddeleri ile yasaklanmış olmasına rağmen, ucuz (kağıt) para basarak, savaş sırasında almış oldukları borçları bu yolla ödemeye başladılar. Büyük çoğunluğu küçük çiftçilerden oluşan borçluların, moratoryum yasaları ile alacaklılara karşı korunmaya başlaması, bir diğer gelişme oldu. Savaş borçlarının ödenmesi için alacaklı doğulu tüccarların ve finans çevrelerinin baskısı ile empoze edilen ağır vergiler nedeni ile, Massachusetts eyaletinin batısında, Daniel Shays önderliğinde 1786'da başlayan çiftçi. isyanı, leveling eğilimli Philadelphia Anayasasının kabulü ve bu Anayasanın öngördüğü bazı kurumların diğer konfedere devlet, yasama organlarında benimsenmesinin yarattığı hoşnutsuzluk51, varsılların, konfedere devletleri ve isyankar halk kitlelerini denetleyebilecek güçlü bir merkezi devlet fikri etrafında birleşmelerine yol açtı52.

Bu amaçla yapılan görüşmeler sonucunda, Rhode İsland dışındaki tüm devletler(12) tarafından seçilen, ancak seçilen 70 delegeden yalnızca 55'inin katıldığı53 Philadelphia Konferansı toplandı. Hofstadter'e göre bu konvansiyon, "siyasi uçlar arasında, ılımlı Cumhuriyetçiler"54 olarak tanımlanabilecek, hakim sınıfları temsil eden ve onların sözcülüğünü yapan bir "ekonomik elitler kurulu" idi55 : Temsilcilerin % 40'ı kamu tahvil ve esham'ına sahipti. En az 14'ü, spekülatif amaçla toprak satın almıştı. 24'ü faizle para veriyordu. 11 'i ticaret, küçük sanayi üretimi ve deniz taşımacılığı ile ilişkili idi. l5'i köle sahibi idi. Nüfusun % 75'ini oluşturan küçük çiftçiler ise, benzer bir geçmişe sahip tek kişi tarafından temsil ediliyordu.Topraksızlar, zenaatkarlar vb.Ierinin temsili söz konusu değildi.

Kurucular varsıl sınıf çıkarlarını temsil ettiklerini, bu sınıf çıkarları tarafından yönlendirildiklerini inkar da etmiyorlardı56. Onlara göre, "kendileri için iyi olan, halk için de iyi idi : Mensub oldukları sınıf çıkarları ile halk çıkarları özdeşti. Mülkiyet hakları ile güçlü bir ulus oluşturma ve merkezi bir devlet kurma amaçları arasında bir uzlaşmazlık da yoktu : Benimsedikleri ulus kavramı, mülkiyet çıkarlarını tehdit eden herhangi bir anlam taşımıyordu".57

49 Tresolini, s. 3.
50 Creenbcrg, s. 348-49.
51 Aynı eser, s. 345.
52 Aynı eser, s. 347.
53 Nitekim bu konferansa başta Patriek Henry, Thomas Paine, Samuel Adams ve John Haneoek olmak üzere demokratik liderler katılmadı.
54 Hoffstadter, s. 15.
55 Kelly. s. 164; Young, s. 18-19; Beard, s. 51.
56 Parenti, s. 62.
57 Aynı eser, s. 61-62.

Bu çıkarlar Federal Anayasaya'da açıkça yazıldı :

1. Ticari ve mali çıkarlar :

a. İthalat ve ihracattan vergi alma yasakları (Madde 1, Bölüm 9, 10),
b. Borç ödemelerinde borçlular lehine müdahaleler, sözleşmeden doğan mükellefiyetlerin değiştirilmesi yasağı, (Maddel, Bölüm 10),
c. Borçlular etkin biçimde takip edilmesini saglayacak bir örnek iflas yasalarının benimsenmesi ve her devlette diğerlerinin yasa, kayıt, yargısal işlem ve kararlarının nazara alınması mecburiyeti (Madde 1, Bölüm 8; Madde 4, Bölüm 1),
d. Federe devletlerin altın, gümüş haricinde ödeme aracı kabul etmelerinin, para basma yetkilerinin ve kendi adlarına tahvil çıkarmalarının yasaklanması (Madde 1, Bölüm 10),
e. Konfederasyon döneminde alınan ulusal borçlara ödeme güvencesi verilmesi (Madde 6), . 
f. Geriye etkili yasa çıkarma ve müsadere yasakları (Madde 1, Bölüm 9),


2. Batılı toprak spekülatörlerinin çıkarları, enflasyonla değer kaybetmiş Konfederasyon senetlerinin Üzerlerinde yazılı miktardan geçerliliklerinin kabulü (Madde 6),

3. Köle sahiplerinin çıkarları,

a. Köleler üzerinde mülkiyet hakkının tanınması, (Madde 5 aracılı~ ile Madde 1, Bölüm 9),
b. 1808'lere kadar, köle ithalatının serbest bırakılması (Madde I, Bölüm 9),
c. Federe devlet sınırını aşan kaçak kölelerin, köle sahiplerine iadesi mecburiyeti
(Madde 4, Bölüm 2),
d. Köleci devletlerin Temsilciler Meclisindeki temsilci sayısının saptanmasında, köle nüfusun 3/5'inin hesaba katılması esasının benimsenmesi (Madde I, Bölüm 2), ile korundu.

Bu çıkarlar tarafından yönlendirilen Amerikan Anayasası, yine bu çıkarlar arasında, konvansiyonu terk etme tehditleri ile bir arada yürütülen haşin pazarlıklar sonucu oluştu58. Konvansiyon tartışmalarında ve "The Federalist Papers" da açıkça ve çekinilmeden ifade edilen amaçlar şunlardır59

58 Weissberg, s. 24.
59 Kelly, s. 110-147; Pritchett, s. 16-30;Greenberg, s. 348-349.

1. Mülkiyetin kazanılmasını, kullanılmasını ve el değiştirmesini güvence altına alan bir pazar ekonomisinin tehdit edilmeden, istikrarlı biçimde işleyebileceği bir mali ve ekonomik yapının60,

2. Yabancı devlet müdahalelerini durduracak; İç isyanları bastırıp sosyal düzeni koruyacak; Devletler arası ticari engelleri kaldıracak; Daha güçlü 'yabancı hükümetlerin ekonomik rekabetine karşı ortak bir savunma sağlayacak yetki (devletler arası ticareti düzenleme), kaynak (vergi) ve araçlara (ordu) sahip bir merkezi devletin kurulması61

Bu amaçlar bakımından,Amerikan siyasi gerçeği içinde ve ulusal planda karşılaşılan temel sorun, konfedere yasama organlarının leveling eğilimini frenleyecek, populist müdahaleleri durdurarak mülkiyeti koruyacak62, bir diğer ifade ile, çoğunluğu teşkil eden yoksulların, "halkın", yönetim mekanizmasının tümünü etkisi altına alarak, azınlığı teşkil eden varsılları tehdit etmesini engelleyecek63 bir yönetim sisteminin hukukunu saptamaktı. "Gücünü pekiştirmekte ve ayrıcalıklarını genişletmekte olan sınıfların demokratik ideallere olan baglılığının sınırlı olması", -bu açıdan olagandı64.

İşte bu nedenle Philadelphia Konvansiyonu, yoksul halk kitlelerine duyulan hoşnutsuzluğun, çoğunluk korkusunun çekinilmeden65, sık sık ifade edildiği bir forum oldu. Onun ürünü olan Federal Anayasa ile de, İngiliz-Amerikan ticari çıkar çalışmasının bir ürünü olan Amerikan Devrimi sabitleştirildi, duruldu: "Egemenliğin varsıl sınıf çıkarları üzerinde merkezileşmesi","devrimin bu sınıf çıkarları üzerinde kurulması"kabul edildi. "Devrim sonrası şekillenecek toplum türü kararlaştırıldı"66 Federalist yazarlarından John Jay'ın sık sık belirtmekten hoşlandığı gibi, "ülkenin maliklerinin, O'nu yönetmesi"67 uygun görüldü.

Sonradan Başkanlık Hükümeti sistemi adını alarak Güney Amerika ve bazı Asya ülkelerine ithal edilen, gelişmiş ve gelişmesi engellenmiş ülkelerdeki parlamenter rejimleri ise -kısmen farklı nedenlerle- büyük ölçüde etkileyen bu yönetim şeklinin,

1. Yönetim gücünü "demokratikleştirmeden parçalayan" ve dolayısı ile, halk etkisini azaltan68,
2. Eşit ve rakip iktidarlar arasında denge ve kontrol mekanizmaları kuran, çoğunluk ilkesini bir dizi azınlık vetosu içine kitleyen, sür'atli ve kapsamlı halk eylemini imkansızlaştıran69,
3. Sisteme enjekte edilen dolaylı temsil şekilleri ile yönetimin halkın isteklerine doğrudan duyarlılığını engelleyen 70,
4. Yönetimin alanını bir yandan genişletirken, bir yandan da birbirlerinden coğrafi olarak tecrit edilmiş toplulukları siyasi bakımdan kompartımanlara ayıran; çatışma platformlarını çoğaltırken küçülten ve bu yolla, siyasi eğilimlerin birleşmesini, mahalli çıkarlar tehdit edilmediği sürece ulusal planda ve sınıfsal temelde bütünleşmeyi, kısaca, toplumsal çatışmanın hedefini saptırarak ve yoğunluğunu hafifleterek, sistemi hedef almasını, engelleyen "Federalist"71.

özellikleri, Kurucuların demokratik bir yönetim kurmaktan çok, çoğunluğu denetlemek, halkın yönetim mekanizmasını tümüyle etkisi altına alarak72 kurulu siyasi düzene karşı ortak bir amaçla birleşmesini engelleyecek bir yönetim kurmak için73 giriştiği yöntem ve mekanizma arayışlarının ürünü idi74. Çünkü onlara göre, çoğunluğun sınırsız yönetimi mülkiyetin keyfi dağılımı ile sonuçlanabilir, demokrasinin özünü zedeleyebilirdi 75

60 Beard, s. 52; Parenti, s. 64; Greenberg, s. 352; Hofstadter, s. 9vd.
61 Greenberg, s. 348; Parenli, s. 64; Hofstadter, s.ll.
62 Weissberg, s. 23 vd.
63 Beard, s. 53; Weissberg, s. 40.
64 Hofstadter, s. 4.
65 Pritchett, s. 19-26; Hofstadter, s.4 vd.
66 parenti, s. 62.
67 Hofstadter. s. 16.
68 parenti, s. 58.
69 "Id."
70 Başkan ve 17. ekle değişene kadar, Senato Seçimlerinin iki dereceli oluşu.
71 Parenti, s. 59; Vile, (1961) s. 36-48.
72 Weissberg, s. 40; Corwin-Peltason, s. 21.
73 Rodgers, s. 75.
74 Anayasa, Konvansiyona katılan delegelerden 39'unun oyunu alabildi. Devletler düzeyinde oylama öncesinde kamu "hissiyatı" Anayasaya karşı idi: 7'si olumsuz, 3'ü kararsız, 3'ü ise olumlu idi. Nitekim, toplam beyaz erkek nüfusun 1/5'i tarafından (% 2,3) ile onaylandı. Bir diğer ifade ile, Federal Anayasadan yana olanlar sayılarının üzerinde etkili oldular (Weissberg, s. 30). Amerikan yazarlarına' göre, (Parenti, s. 64; Kelly, s. 160 vd; Greenberg, s. 353-4) bu sonucun alınmasında Federalistlerin güçlü ekonomik konumu, örgütlenme ve liderlik bakımından üstünlükleri, siyasi pozisyonları denetlemeleri, antifeder'alistlere karşı, rüşvet, vermiş oldukları borçların geri ödenmesini isteme dahil, her türlü yöntemi denemeleri ve Konfedere devlet Anayasalarının içerdiği ve özellikle mülkiyete ilişkin sınırlamalar içeren oy hakkı sınırlamaları nedeni ile, anti-federalistlerin oy kullanamamaları etkili oldu. Federal Anayasanın öngördüğü sınırlı demokrasinin kurucularınca öngördüğü biçimde işleyişini güvence altına alan temel etken de bu, seçme hakkının zaten toplumun seçkin bir kesimini oluşturan kişilere tanınması idi. Antifederalistlerin çok geç ve ancak sınırlı şekilde örgütlenebilmeleri, pozitif bir karşı program sunamamanın yarattığı dezavantaj ve Anayasanın reddinin yaratacağı vahim sonuçların vurgulanması, diğer etkenlerdi.
75 Greenberg, s. 349. Amerikan Devriminin ve demokrasisinin özgürlükle değil, mülkiyetle ilgili olduğunun vurgulanmasının temel nedeni budur.

Özellikle Türkiye'de oldukça yaygın sanının aksine, Kurucuların amacı, kendisine karşı savaşılan, İngiliz yönetimini "taklit" etmek ve III. George'un yerine, geleneksel monarşinin bulunmadığı Amerika'ya "seçimle gelen bir kral" bulmak değildi. Konfederasyon döneminde Konfederal düzeyde siyasi gelişmeler parlamenter bir modelden yana çevrilmişti ve konfedere devletlerin bir çoğunda başkanlar, Meclisler tarafından seçiliyordu. Bir diğer ifade ile, parlamenter rejim bu tarihlerde Amerikalıların aşina olduğu bir modeldi 76. Bu nedenle İngiliz yönetimi ile benzerliğin naif bir taklit amacı ya da İngiliz modelindeki değişikliklerin bilinmemesi ile -cehaletle- açıklanması mümkün değildir. 1750'Ierin İngiliz yönetimi ile benzerlik, bu yönetim sisteminin devrimi meşrulaştırmak için kaynağı bakımından demokratikleştirmeye zorunlu olduğu iktidarın, doğrudan halk tarafından halk çıkarına kullanılmasını engellemeye elverişli oluşunda aranmalıdır. Güçlerin işbirliği içinde ayrılması ve birbirini dengelemesi, dengeli yönetim esasının benimsenmesi ile güdülen amaç, kapitalist gelişmeyi tehdit eden keyfi yönetime duyulan infial kadar, status quo'nun korunması77 ve halk gücünün nötralize edilerek78, evrilmekte olan kapitalist yapının tehdit edilmeden gelişmesini sağlayacak temelleri güçlendirmekti.

Sistemin ikinci temel sorunu ise, güçlerin oldukça karmaşık bir işbirliği içinde ayrılmasının sorumluluğu dağıtması79, sorumluluğun süjesini saptamayı güçleştirmesi ve siyasi bakımdan sorumsuz olmasına rağmen yürütmenin etkili yetkilere sahip olması nedeni ile, açık, adil ve etkili bir yetki-sorumluluk dengesi kuramayışının, onu tıpkı demokrasi gibi, ideoloji ötesi bir toplumsal değer niteliği taşıyan hukuk devleti esası ile çelişir duruma getirilmesidir.

Sistemin bir diğer sorunu, uygar toplumlarda yeri olmaması gereken şiddeti, meşru bir iktidar ve /veya sistem değişim yöntemi haline getirmesidir. Başkanlık hükümeti sisteminde, karar alma mekanizmalarındaki olası kitlenmelerin sistemin öngördüğü yollarla aşılabilmesinin, sistem içi iktidar alternatifleri üretilebilmesinin kurumsal olarak mümkün olmayışı; Hukuki plandaki güç odağı eksikliğinin, ancak siyasi planda ve başkanın kimliğinde giderilebilmesi, sorunun ana nedenleri olarak gözükmektedir.

Sistemin hükümet ve devlet başkanlıklarını aynı kişide birleştirmesi ve başkanın doğrudan seçimini öngörmesi; Toplumsal desteği zayıf olsa dahi başkanın yetkilerini özgürce, konsensus tabanını genişletici politikalar izlemeye zorlanmadan kullanabilmesini mümkün kılması ve bunu hukuken meşrulaştırması ise, devletin sınıf çıkarları doğrultusunda açıkça kullanılmasını ve/veya sınıf çıkarları ile özdeşleştirilmesine neden olabilir. Bir diğer ifade ile, devletin bu bakımdan "siyasileşmesi"80, bir yandan başkanın kişiliğinde sembolleşen sistemin şiddet kullanılarak sorgulanmasını meşrulaştırırken, aynı zamanda, ulusal birliğin dağılmasını da hazırlayabilir.

Kurumsal denetim mekanizmalarının siyasi bakımdan zayıf, hukuki açıdan ise, işbirliği, fren ve denge mekanizmaları aracılığı ile etkisiz kalabildiği bu sistemde, yönetimin toplumsal frenlerinin olağanüstü bir önem kazanacağı aşikardır. Oysa kapitalizmin tehdit edildiği dönemlerde, kapitalizmin gelişmiş olduğu toplumlarda başkanın halk tarafından seçilmesinin bu toplumlar için dahi bir "ölüm öpücügü"ne81 dönüştüğü görülmüştür. 

76 Keııy, s. 97-102; Prilchett, s. 284.
71 Weissberg, s. 48:
78 Schmitt, s. 37.
79 Young, s. 294.
80 Rossiıer. s. 28.29.
81 Loewenslein, s. 115.

Türkiye ve benzeri toplumlarda ise değil kapitalist rasyonel, kapitalizmin kendisi dahi gelişmemiş ya da istikrar kazanmamıştır. Bu ülkelerde konsensus dengeleri hassas, görüş farklılıkları önemlidir. Ekonomik güç, siyasi güçten kaynaklanmaktadır. Kısaca, yönetenin başta ekonomik olmak üzere, toplumsal denetim ve dengeleri ya hiç yoktur ya da çok güçsüzdür. Bu veriler ışığında, bireylerin ve toplumun Başkan ve Meclis üyelerinin içsel82 -vicdani- frenlerinin ve gelişmesi engellenmiş ülkelerin oluşum ve işleyişinde eşit etki sahibi olamadıkları uluslararası kapitalizmin ve onun güç odaklarının kapitalist çıkar gerekleri doğrultusunda yapacakları denetimin insafına bırakılmasının, ne denli etkin ve yerinde bir denetim sayılabileceği, çağdaş sosyal bilimlerin birikimi ışığında tartışmadan vareste olmalıdır.



82 Rossiıer. s. 66.

Özetlemek gerekirse, Başkanlık hükümeti sistemi, antidemokratik ve keyfi yönetime zemin hazırlayan kurumsal bir yapıya; şiddet'i bir değişim yöntemi olarak meşrulaştıran teknik yetersizliklere; ulus devleti modelinin yerini tutabilecek yeni toplumsal formasyonların henüz gelişmediği bir dünyada ulusal birliği yok-ederek; ülkeyi uluslararası kapitalist çıkarların denetimsiz yönetimine sokmaya elverişli özelliklere sahiptir. Bu nedenle, Anayasal rejimi bu yönde değişmeye zorlayan tüm girişimler, kapitalizmin doğası gereği işlediği "emperyalist günahları" yinelemesini engelleyecek değişmelerin mümkün olabileceğinin henüz kanıtlanamadığı da nazara alınarak, sınırları kan 'la, Lozan'la çizilebilmiş olan Türkiye Cumhuriyetinde hakkettiği kuşkuyla karşılanmalı; Modası geçmiş gözükse de, benzer bir uluslararası konjonktürde Türk Devriminin oluşturduğu, uluslararası toplum içinde onurlu, bağımsız bir ulus devleti olarak var olma ideali yeniden düşünülmeli ve bu idealin çağdaş Anayasal rejimi aranmalıdır. 


ATIF YAPILAN KAYNAKLAR 

Araslı, Oya: "Birgörüş" başlıgı altında yayınlanan dizi yazı, Cumhuriyet 18-24 Ağustos 1991.
Beard~ Charles (1912) : "The Supreme Court-Usurper ,or Grantec"; McCloskey Roben G. (ed.) (1957), Essays in Constitutional Law, New York içinde, s. 24-59.
Blondel, J. (1973): Comparatiye Legislatures, Prentice-Hall Inc:
Corwin, E.S. (1957): The President, Office and Powers, New York Univ. Press.
Corwin, E.S. -Peltason, J.W~ (1982) : Understanding the Constitution, Holı. Rinehan and Winston
Ebenstein, W. - Pritchett, H.C. -Turner, H.A. - Mann, P. - Merkl, P.(1980) : American Democracy in World Perspective, Harper and Row.
Evcimen, G. (1990) : "Türkiye'de Ekonomik Krizin, 1982 Anayasasının Biçimlenişine Etkileri", İdare Hukuku ve İlimleri Dergisi, Yıl, 1988, Sayı 1-3.,
Greenberg, E.S. (1980) ; The American Political System, Massachusetts
Griffıth, E.S. (1967): Congress, LLS Conternporary Role, New York Univ. Press.
Gwynn, W.B. (1965) : The Meaning of the Separation of Powers, Tulane Studies in Political Science, 
Hofsıadter, R. (1948) : The American Political Tradition, Alfred A. Knopf Ine.
Kelly, A.H. (1963): The American Constitution, New York.
King, A. (1975) : "Executives", Greenstein, F.I.-Polsby, N.W.(eds.), Handbook of Political Science, Vol.5, Addison-Wesley Publishing Co. içinde, s. 173-256 /
Lamer, M. (1933) : "The Supreme Court and American Capitalism", McCloskey Robert G. (ed.) (1957), Essays in Constitutiona1 Law, New York içinde, s. 107-147
Loewenstein, K. (1965) : Political Power and the Governmental Process, Univ. of Chicago Press
Neustadt, K.E. (1960): Presidentia1 Power, New York-Wiley
Parenti, M. (1980) : Democracy for the Few, St Martin's Press, New York
Pritehett, C.H. (1959) : The American Constitution, McGraw Hill Book Co. Inc.,
Rodgers, H.RJr. -Harrington, M. (1981) : Unfinished Democracy, The American Political system, Scott, Fores~ann and Co., ABD
Rossiter, C. (1962) : The American Presidency, New American Library Ine.
Schmitt, C. (1926) : The Crisis of Parliamentary Democracy, MIT Press, 1985
Tresolini, R.J. -Shapiro, M. (1970) : American Constitutional Law, The Macmillan Co.
Weissberg, R. (1980) : Understanding American 'Government, Holt, Rinehart and Winston, ABD.
Vemey, D.V. (1965) : The Analysis of Political Systems, Routledge and Kegan Paul, Ltd. '
Vile, M.J.C. (1961) : The Struchıre of AmeriCan Federalism, Oxford Univ. Press
---------- (1967): Constitutiona1ism and the Separation of Powers, Clarendon Press, Oxford
Young, W. H. (1956) : Ogg and Ray's Introduction 10 American Government, New York.


Murat Apay 

Yorum Gönder

0 Yorumlar