TÜRK MEDYASININ TEKELLEŞMESİ


HOLDİNGLEŞME EKSENİNDE TÜRKMEDYASINDA TEKELLEŞME SORUNU

Barış BULUNMAZ 
Maltepe Üniversitesi,İletişim Fakültesi,Gazetecilik Bölümü, Yardımcı Doçent Dr.

Özet: 

Basın işletmeleri günümüz ekonomik koşulları içerisinde, mevcudiyetlerini sürdürebilmek ve faaliyetlerine devam edebilmek için finansal açıdan güçlü bir yapıya sahip olmak zorundadırlar. Finansal anlamda güçlü bir yapıya sahip olmanın en önemli şartlarından biri de, basın işletmelerinin gelir kalemleri ile gider kalemleri arasında, pozitif anlamda bir artış sağlamalarıdır. Ancak, gerek basın sektörü içerisindeki rekabet şartlarının zorluğu gerekse de basın işletmelerinin reklam gelirleri olmadan ayakta kalabilmesinin yarattığı sıkıntılar, basın işletmelerini oldukça zor şartların içine sürüklemiştir. Özellikle Türk basın sektörü içerisinde yer alan ‘söz sahibi’ kurumların tamamının büyük holdinglerin bünyesi altında faaliyetlerine devam etmeleri, sektörü kendi içerisinde farklı bir konuma getirmiştir. Finansal anlamda güçlü bir desteğin varlığının yanında, dağıtım olanaklarından her mecrada yer almaya kadar birçok avantaja sahip olan holding bünyesi altındaki basın işletmeleri, zaman içerisinde bu avantajlarının meydana getirdiği ve Türk basını için büyük bir tehdit oluşturan ‘tekelleşme’ olgusunu ortaya çıkarmışlardır. Bu çalışmada, öncelikli olarak Türk basın sektörü hakkında bilgiler verilecektir. Daha sonra ise, Türk basın sektörü içerisinde holdingleşme ekseninde tekelleşme sorununun ortaya çıkardığı olumsuz durumlarla ilgili değerlendirmelerde bulunularak, çözüm yollarına ilişkin saptamalar yapılacaktır. 

I. GİRİŞ

Basın sektörü kendi içinde oldukça dinamik bir yapıya sahip olmasının yanında, özellikle teknolojik gelişmelerin oldukça büyük bir ivme kazandığı son çeyrek yüzyılda yaşanan gelişmelere bağlı olarak, birçok sektörü etkileyen ve aynı zamanda birçok faktörden de etkilenen büyük ve sürekli gelişmeye açık bir yapıya sahiptir. Teknolojik ilerlemelerin günden güne ivme kazandığı içinde yaşadığımız yüzyılda, rekabet edebilmek için hem iş süreçlerine bu yeni teknolojiyi monte etmek hem de bu yeni teknolojiyi kullanabilecek kaliteli işgücüne sahip olmak gerekmektedir. Basın sektörü de bilhassa teknoloji temelli bir yapı içerisinde varlığını sürdürdüğünden, rakipleri ile rekabet edebilmek ve hitap ettiği kitlenin beklentilerini karşılayabilmek amacıyla teknolojinin sunduğu tüm imkanlardan faydalanmak mecburiyetindedir.

Basın sektörü rekabetin oldukça ‘şiddetli’ bir şekilde hissedildiği ama aynı zamanda bu rekabet süreci içerisinde, adı konmayan ya da yazılı olmayan ve sektörün ‘köşe başlarını elinde bulunduran büyük abiler’ tarafından kendi aralarında kabul gören ‘zımni bir sözleşme’ çerçevesinde kendi kurallarını belirlemiştir. Bu kurallar neticesinde, dışarıdan gelen ve sektörün bir parçası olmak isteyen ‘diğerlerinin’ sistemin içerisinde kendilerine bir yer edinebilmeleri de oldukça zordur.

Türkiye’de 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren artış gösteren ‘dışarıya açılma’ girişimleri ve ihracat hamleleri, her sektörü kendi içerisinde bir yenilenme sürecinin içine sokmuştur. Bu yenilenme süreci içerisinde basın sektörü de, hem ulusal hem de uluslararası gelişmeler çerçevesinde birçok değişim hamlesini gerçekleştirmiştir. Ancak, bu değişim hareketliliği ve Türkiye’nin ekonomik anlamda gerçekleştirmeye başladığı atılımlar, basın sektörünün yapısında da bir takım değişikliklerinin başladığının ilk sinyallerini göstermiştir. O güne kadar basın sektörü içerisinde yer alan ‘gazeteci kökenli’ ailelerin medya sahipliğindeki kontrolü, yavaş yavaş sermaye sahiplerinin eline geçmeye başlamıştır. 1990’lı yıllardan itibaren de, özel televizyonların ve radyoların artması neticesinde, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde medya yapılanması büyük bir ölçüde ‘patron’ tarafından yönetilen sermaye sahiplerinin egemen olduğu bir sektör konumuna gelmiştir.

Günümüz medya yapılanması içerisinde hemen hemen bütün basın işletmelerinin, sermaye sahibi büyük patronlar tarafından yönetildiğini görmekteyiz. Bu durumun varlığı günden güne daha belirgin bir şekilde hissedilmekte ve basın sektörü içerisinde holdingleşme olgusunun oldukça belirgin bir faktör olarak karşımızda durduğunu söyleyebiliriz. Basın sektöründe holdingleşmenin oldukça belirleyici bir faktör olarak karşımızda durması, aynı zamanda sektöre girmek isteyen ya da yeni atılımlar gerçekleştirerek büyümek isteyen diğer işletmeler için büyük bir engel olmaktadır.

Sermaye sahibi patronlar tarafından idare edilen holdinglerin, aynı zamanda basın sektöründe de faaliyet göstermeleri, basının kendi temel işlevlerinde de birtakım aksaklıkları ve etik anlamda sorunları da beraberinde getirmektedir. Holdingleşmenin getirdiği birçok sektörde faaliyet gösterme durumu, gerek siyasi aktörlerle gerekse de ulusal ve uluslararası iş çevreleri ile belirli kıstaslar dahilinde uyumu gerektirdiğinden, holdingin bir taraftan da basın sektörü içerisinde var olması, çoğu kez basını ‘taraf’ olarak algılanabilecek bir düşüncenin içine sürüklemektedir.

Basın sektöründe holdingleşmenin yaygın varlığı ve yarattığı problemler, aynı zamanda basın sektörü içerisinde oldukça belirgin bir şekilde hissedilen tekelleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Teknoloji ve iletişim olanaklarının artması ve buna bağlı olarak da basının rolünün her geçen gün daha etkin olması neticesinde, holdingleşmenin sektörde yayılması ve zaman içerisinde bu yayılmanın da sektör içerisinde belirli grupların söz sahibi olması ile bir tekelleşme durumu yarattığını görmekteyiz.

Tekelleşme olgusunun ortaya çıkardığı sorunlar, bir taraftan sektörü kendi içerisinde dışarıya kapalı bir konuma sokmakta ve dışarıdan gelenlere büyük zorlukların varlığını beraberinde getirmekte, diğer taraftan ise bu durumu yaratanları günün koşullarına bağlı olarak taraf olmaya zorlayarak, karşılıklı olarak da ‘kamplara’ ayırma sonucunu doğurmaktadır.

Bu çalışmada öncelikli olarak Türkiye’deki medya yapılanması ile ilgili bilgiler verilecek, daha sonra ise holdingleşme ve rekabet olgusu hakkında açıklamalarda bulunulacaktır. Son olarak ise, holdingleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan tekelleşme olgusunun yarattığı sorunlardan bahsedilecek ve bu sorunların azaltılmasına yönelik olarak çözüm önerilerinde bulunulacaktır.

II. TÜRKİYE’DEKİ MEDYA YAPILANMASI

Türkiye’deki basın sektörü ya da medya yapılanması dediğimiz zaman karşımıza büyük holdinglerin egemen olduğu bir düzen çıkmaktadır. Bu düzenin baş aktörleri zaman içerisinde sektöre yeni giren ‘küçük’ işletmeleri satın alarak sahip oldukları medya kuruluşlarının sayısını arttırmakta ve sahip oldukları gücü daha da yükseltmektedirler. Şirketler kendi yararları ve pazar yararlılığı araştırmalarına bağlı olarak sıklıkla birleşirler [1]. Ancak, basın sektöründe yaşanan birleşmeler tekelci bir anlayışın ürünü olarak gerçekleştirilmektedir. Çalışmanın ana konusu olan holdingleşme ve tekelleşme ile ilgili değerlendirmeler sonraki bölümlerde yapılacağı için, burada günümüzdeki medya yapılanmasının bir fotoğrafını çekerek, mevcut düzenin nasıl olduğu konusunda açıklamalarda bulunacaktır.

Medyanın sahiplik ve kontrolü konusu, Türkiye’de medya ile ilgili önemli konulardan bir tanesidir. Ülkemizdeki yazılı medya araçlarının hemen hemen tamamı özel sektörün elindedir. Fakat sözlü ve görsel medya için aynı şey söylenemez. 1980’li yılların sonlarına, hatta 1990’lı yılların başına kadar radyo ve televizyonun sahiplik ve kontrolü, neredeyse tamamıyla devletin elindeydi. Özellikle 1990’lı yıllarda bu durum hızla değişmeye başladı. 2000’li yılların başına gelindiğinde ise, kitle iletişim araçlarının çok büyük bir kısmının sahipliği özel sektörün, özellikle de belli başlı birkaç medya holdinginin elinde toplanmış durumdadır. Yalnızca belli başlı birkaç bölgesel, ulusal ya da uluslararası boyutlarda yayın yapan televizyon kanalının ve radyonun devletin elinde olması, bu konuda Türkiye’deki durumun, gelişmiş batı ülkelerinden pek de farklı olmadığını göstermektedir [2]. Ancak, her ne kadar sistem batı ülkeleri ile belirli çerçeveler dahilinde benzerlik gösterse de, sistemin kullanış şekli ve bağımsızözgür medya ilkesinin hayata geçmesi anlamında aynı şeyleri söylemek pek mümkün değildir.

Günümüzdeki Türk medyası için birçok tanım yapılmakta ve zaman içinde de bunlar kitleleri bir tarafta yer alma gibi bir durumun içine sokmaktadır. Özellikle son yıllar içerisinde ülkemizdeki siyasi konjonktürün etkisine paralel olarak, daha önceki yıllarda da belirli ölçülerde olan ama son dönemde yoğun bir şekilde hissedilen siyasi iktidarın yanında ya da karşısında olma durumunu ortaya çıkarmıştır. ‘Yandaş medya’ veya ‘karşıt medya’ gibi tanımlamaları artık sık bir şekilde duyulmaktadır. Ayrıca; liberal, demokrat, muhafazakar, laik, cumhuriyetçi gibi kavramları da medya ile özdeşleştirerek bir şekilde ‘etiketleme’ girişimleri yapılması, ister istemez medya kuruluşlarını da bir yöne doğru gitmek durumunda bırakmaktadır. Ancak, bu bir yöne doğru gitmek durumunda bırakılma girişimi, bazen koşulların gerektirdiği doğal bir süreç gibi gözükse de, bazen de ‘siyaset-ticaret-medya’ üçlemesinin bir ayağını eksik bırakmamak için gönüllü bir şekilde inisiyatif dahilinde de yapılmaktadır.

Günümüz Türk medyası esas itibarıyla 1940'lı yılların sonlarında temelleri atılmış olan Türk basınının bir ölçüde devamı niteliğindedir. Hakim Türk basınının öncüleri (Hürriyet, Milliyet), 2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye kapitalizminin içine girdiği yeni evrede, Demokrat Parti iktidarı ile pekişen bir stratejik ittifak zemininde yeni bir dinamik kazanmıştır. Genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin inşa sürecinde Yunus Nadi Abalıoğlu'nun kurduğu Cumhuriyet Gazetesi’nce temsil edilen ‘resmi’ basını bu alandaki ilksel kurucu yapı olarak belirtmek gerekirse de, kapitalist girişim olarak günümüz basınının temsilcisi olarak en başta Sedat Simavi'nin Hürriyet'ini ve daha sonra Ali Naci Karacan'ın Milliyet'ini göstermek uygun olur. Simavi ve Karacan'lar, gerek kamu kaynaklarından yararlanmak, gerekse resmi-kapitalist söylemin taşıyıcısı olmaları bakımından bugünkü medyanın kökenine yerleştirilebilir. Bu iki gazeteden Milliyet 1979'da, Hürriyet ise 1994 yılında işadamı Aydın Doğan tarafından satın alınmıştır [3]. İlerleyen yıllarda ise, dördüncü erk olarak kabul edilen medyanın gücünden ve etki potansiyelinden faydalanmak isteyen sermaye sahibi işadamları, basın sektörünün içinde yer almaya ve bu alanda da etkinliklerini arttırma girişimine başlamışlardır. Günümüzde ise, Hürriyet gazetesi Türk medya sektörünün en önemli holdinglerinin başında gelen Doğan Grubu bünyesinde bulunmaktadır. Milliyet gazetesi ise, Doğan Grubu tarafından Vatan gazetesi ile birlikte Nisan 2010’da Demirören ve Karacan Grubu’nun ortak girişim şirketi olan DK Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş.’ye satılmıştır.

Yukarıda bahsettiğimiz bilgiler ışığında, mevcut Türk medyası içerisinde sektörde söz sahibi olan ve etkinlik alanları oldukça geniş olan beş tane holding bulunmaktadır. Bunlar; Doğan Yayın Holding, Çalık Holding bünyesindeki Turkuvaz Medya Grubu, Çukurova Medya Grubu (TurkMedya), Ciner Yayın Holding ve Doğuş Yayın Grubu’dur. Bu beş holdingin medya alanındaki yatırımlarının yanı sıra; bankacılık ve finans, enerji, inşaat, gayrimenkul, turizm, otomotiv, sanayi, ticaret, tekstil, telekomünikasyon, endüstri, iletişim ve bilgi teknolojileri, taşımacılık ve madencilik gibi alanlarda da yatırımları mevcuttur. Çalışmada sırasıyla bu holdinglerin medya alanındaki yatırımları ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir.

Doğan Yayın Holding (DYH)’in ana faaliyet alanları üç temel başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; yazılı basın (gazete yayıncılığı ile dergi ve kitap yayıncılığı basım ve dağıtım), görsel ve işitsel basın (televizyon ve radyo yayıncılığı ve yapımcılık ile dijital TV platformu) ile perakende ve mağazacılıktan (D&R ve Doğan dağıtım medya dışı ürünler) oluşmaktadır ve kendi içlerinde de onlarca ayrı işletmeyi barındırmaktadır DYH; Hürriyet, Radikal, Posta, Fanatik ve Hürriyet Daily News olmak üzere beş günlük gazete, Doğan Burda Dergi bünyesindeki çocuk ve gençlik dergilerini de kapsayan 25 periyodik dergi yayımlamaktadır. Ayrıca, kitap yayıncılığının yanı sıra Doğan Ofset ve Doğan Printing Center (6'sı yurtiçi ve biri Almanya olmak üzere 7 basım tesisi) ile basım alanında faaliyet göstermekte; Yaysat ile de Türkiye'deki gazetelerin %63'ünün, dergilerin ise %71'inin dağıtımını yapmaktadır. Hürriyet çatısı altında Rusya ve Orta Avrupa'nın seri ilan sektöründe en önemli şirketi olan Trader Media East bulunmaktadır. DMI ile Avrupa'da gazete yayıncılığı alanında faaliyet göstermektedir. Sektörün lokomotif televizyon kanalları Kanal D, Star TV, CNN Türk ile radyo kanalları Radyo D, CNN Türk Radyo, Slow Türk Radyo ve Radyo Moda grubun bünyesinde yer almaktadır. Grubun dijital platformu D-Smart ise çok sayıda tematik ve izle-öde kanalının yanı sıra Türksat uydusundaki mevcut tüm kanallara erişim sağlamaktadır. Aynı zamanda D Productions ile televizyon, sinema, reklam yapımcılığı faaliyetlerinde bulunmaktadır. Kanal D Romanya ile Romanya televizyon sektöründe ilk beşte yerini almıştır. D&R müzik ve kitap mağaza zinciriyle; kitap, müzik, film, dergi, elektronik, hobi, aksesuar ve kırtasiye ürünlerini birlikte sunmaktadır. Ayrıca Doğan Dağıtım da medya dışı ürünlerin dağıtımına ilişkin faaliyetleri yürütmektedir [4]. Doğan Yayın Holding geniş bir yelpazeye yayılan medya alanındaki yatırımları ile sektörde yer alan gruplar içerisinde lider bir konumda bulunmaktadır ve çoğu zaman sektör içerisinde karar verici bir pozisyonu elinde tutmaktadır.

Çalık Holding bünyesinde bulunan Turkuvaz Medya Grubu, 2007 yılının Aralık ayında TMSF’nin elinde bulunan ve kamuoyunda Sabah-ATV grubu olarak bilinen grubu tüm iştirakleriyle birlikte satın alarak medya dünyasına giriş yapmıştır. Gazeteler ve dergilerden oluşan yazılı medya, görsel medya, yayıncılık ve dağıtım, prodüksiyon ve haber ajansı ile dijital medya ve mobil hizmetler olmak üzere medya alanında beş ayrı başlık altında faaliyetlerini sürdürmektedir. Sabah, Takvim ve spor gazetesi Fotomaç ile ulusal gazetecilik sektöründe yer alan Turkuvaz Medya Grubu, aynı zamanda Ege Bölgesi’ne ait olan ve 1895 yılında kurulan bölgesel gazete Yeni Asır ile bu alanda önemli bir konuma sahiptir. Ayrıca; aylık, haftalık ve yarı-yıllık dergileri ile de dergicilik sektörünün en öndeki sıralarından birine sahiptir. Görsel medya alanında ise ATV televizyonu ile faaliyetlerinin sürdüren grup, Turkuvaz dağıtım ile dağıtım sektöründe Doğan Grubu’nun sahibi olduğu YaySat ile sektörün tamamına yakınını ellerinde bulundurmaktadır. Bunlar dışında, Turkuvaz Kitapçılık ve Turkuvaz Matbaacılık ile bu alanlarda da faaliyetlerine devam etmektedir.

Karamehmet ailesine ait olan Çukurova Medya Grubu, medya alanındaki yatırımlarını ve faaliyetlerini TurkMedya adı altında toplamıştır. Grubun bünyesinde yazılı medya alanında Akşam, Güneş ve Tercüman gazeteleri ile Alem, Stuff, FourFourTwo, Platin, Autocar gibi dergiler bulunmaktadır. Görsel ve işitsel medya alanlarında ise; Show TV, Skyturk, Lig TV, Spormax, TürkMax gibi televizyon kanallarının yanında Lig Radyo ve Alem FM radyo istasyonları bulunmaktadır. Ancak, grubun medya alanındaki en önemli yatırımı olarak 2000 yılında kurulan ve Digiturk markasıyla hizmet veren dijital platformu gösterebiliriz. Dijital platform alanında öncü olmasının yanı sıra, aynı zamanda şu anda sektörün tartışmasız lideri konumunda bulunmaktadır. Bu lider konumunda, yıllardır yayın haklarını elinde bulundurduğu Türkiye Ligi futbol maçlarını Lig TV markası altında sürdürmesinin de payı oldukça büyüktür. Ayrıca, yine Digiturk ile birçok yeniliğin öncülüğünü yaparak, interaktif kanalları da yayıncılık hayatının önemli bir parçası konumuna getirmiştir.

Ciner Yayın Holding, Ciner ailesinin 2007 yılından itibaren tekrar bir hareketlenme sürecine soktuğu ve şu anda Türk medyası içinde önemli bir konumda bulunduğunu söyleyebileceğimiz gruplardan bir tanesidir. Bir dönem Sabah-ATV grubunu elinde bulunduran Ciner grubu, daha sonraki yıllarda kamuoyunda da geniş yankı bulan ve uzun süre tartışılan ‘uygunsuz satış’ nedeniyle grubu TMSF’ye devretmek zorunda bırakılmıştır. Yazılı, görsel, işitsel ve dijital yayın alanlarında faaliyet göstermektedir. Habertürk TV ve Bloomberg HT televizyon kanallarının yanı sıra, Habertürk radyo ve Bloomberg HT radyo istasyonları ile görsel ve işitsel medyada yer almaktadır. Ancak, 2009 yılında yayın hayatına başlayan Gazete Habertürk, gerek gazetenin boyutları ve kaliteli yapısı, gerekse de çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yüksek tirajlara ulaşması ile grubun ‘gözbebeği’ konumunda bulunmaktadır. Ayrıca; Newsweek, FHM, Marie Claire, Food and Travel gibi dergiler ile bu alanda da önemli yatırımları vardır. Bunlar dışında, Ciner Yayın Holding’in 2007 yılından itibaren yeniden sektöre girerek büyük yatırımlar kapsamında kendi matbaalarını kurması, haber ajansını yapılandırması gibi oldukça önemli faaliyetleri gerçekleştirmesi, sektöre bu ikinci girişinin daha planlı ve sağlam adımlarla atılmış bir stratejinin önemli ipuçları olarak gözükmektedir.

Doğuş Yayın Grubu ise, 1993 yılında Milliyet'in sahibi Aydın Doğan ile birlikte DTV Haber ve Görsel Yayıncılık A.Ş. adı altında Kanal D'ye iştirak ederek medya alanına giriş yapmıştır. Daha sonra Kanal D hisselerinin tamamını 1995'te Doğan grubuna devreden Doğuş Grubu, televizyon alanındaki en güçlü çıkışını ise 1999 yılında Cavit Çağlar'dan satın aldığı NTV ile yapmıştır. Çağlar'ın sahibi olduğu Nergis Holding'e bağlı olan "A Yapım Televizyon Programcılık A.Ş." ile Nergis (NTV) Haber Ajansı Reklam ve Tic. A.Ş. 1999 yılında Doğuş Grubu’na geçmiştir. NTV dışında Doğuş Grubu’nun CNBC-e, NTV Spor, Kral TV, e2 ve NBA TV olmak üzere beş tane daha tematik televizyon kanalı bulunmaktadır. Ayrıca, üçü ulusal dördü de bölgesel olmak üzere toplam yedi radyo istasyonu olan grup, tematik dergileri ile dergi yayıncılığında da önemli bir konuma sahiptir. Bunlar dışında, 2007 yılından itibaren NTV yayınları adı altında kitap yayıncılığına başlayan Doğuş Grubu, aynı zamanda NTV Tarih ve NTV Bilim olmak üzere iki adet aylık derginin de sahibi konumundadır.

Bahsettiğimiz bu beş grubun dışında, Türkiye’de medya dünyası içinde yer alan farklı gruplar ya da işletmeler de bulunmaktadır. Ancak, bunların gücü ve etkinliği diğerlerine nazaran göreceli olarak daha düşüktür. Ama yine de bu gruplardan kısaca bahsetmeden önce, yaşı neredeyse Cumhuriyet tarihi ile eşit olan ve 1924 yılında kurulan Cumhuriyet gazetesini ayrı bir yere koymak gerekmektedir. Cumhuriyet gazetesi, hem tarihsel geçmişi hem de bünyesinde barındırdığı ‘güçlü kalemleri’ sayesinde, fazla yüksek olmayan satış rakamlarına rağmen çağdaş gazetecilik anlayışının ülkemizdeki temel örneklerinden birini teşkil etmektedir.

Türkiye’deki diğer medya gruplarına gelecek olursak, özellikle mevcut siyasi iktidar döneminde güçlenen ve medya dünyasındaki etkinliğini arttıran, ‘Muhafazakar ve İslamcı’ basın olarak adlandırılan, ancak diğer yandan da ‘yandaş medya’ tanımlamaları ile karşılaşan bir yapı görülmektedir.

Bu grupları kısaca özetlenecek olursa, başta Gülen Cemaati kontrolünde olan Zaman grubu söylenebilir. Zaman grubu bünyesinde; Zaman ve İngilizce olarak yayınlanan günlük Today’s Zaman gazeteleri, Samanyolu, Samanyolu Haber, çocuk kanalı Yumurcak, Mehtap ve Ebru televizyonları, Aksiyon dergisi, Burç FM radyo istasyonu ve Cihan Haber Ajansı bulunmaktadır. Albayrak grubu Yeni Şafak gazetesi ve TV Net televizyon kanalının, Ethem Sancak’ın kontrolündeki Star grubu ise Star gazetesi ve Kanal 24 televizyon kanalının sahibidir.

Kanal 7 grubu ise, Kanal 7 ve Ülke TV televizyonları ile Radyo 7 radyo istasyonunun yanında, internet medyasında da önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. İpek Medya grubu ise, yazılı basında Bugün gazetesi ile faaliyetlerine devam ederken, diğer taraftan Kanaltürk ve Bugün televizyonları ile Kanaltürk Radyo sayesinde medya dünyasındaki yayılmasını sürdürmektedir. Adı değişerek FOX olan TGRT televizyon kanalının Rubert Murdoch’a satılmasından sonra, eski gücünde olmasa da Enver Ören’in sahibi olduğu İhlas Grubu; Türkiye gazetesi, TGRT Haber televizyonu, TGRT FM ve İhlas Haber Ajansı ile faaliyetlerini sürdürmektedir.

Türkiye’deki medya yapılanması yukarıda bahsettiğimiz mevcut durumdan da anlaşılacağı gibi, büyük holdinglerin egemen olduğu ve siyasi iktidarın gücü sayesinde son yıllar içerisindeki siyasi konjonktürden yararlanarak büyüme sürecine giren göreceli olarak daha küçük holdinglerin yer aldığı bir sistemiçerisinde bulunmaktadır.

III. HOLDİNGLEŞME VE REKABET OLGUSU

Türkiye’deki medya yapılanmasının ayrıntılı bir şekilde incelediği önceki bölümde de görüldüğü gibi, Türkiye’deki medyanın dünyadaki küreselleşmenin yarattığı yeni dünya düzeni çerçevesinde boyut değiştirdiği ve farklı bir yapıya kavuştuğu söylenebilir. Bu farklı yapının ortaya çıkardığı en önemli etken ise basın sektöründe yaşanan holdingleşme gerçeğidir. Holdingleşme ile ilgili olarak birçok olumlu ve olumsuz görüş belirtilmektedir. Holdingleşme savunucuları sermaye piyasalarının toplumun yatırım kararlarını etkili kılmak ve mal/hizmet çıktılarını planlamak için ehemmiyeti az araçlar olduğunu sıklıkla tartışmaktadırlar [5]. Diğer taraftan holdingleşmenin ortaya çıkardığı tekelleşmenin yarattığı sorunlar da, basın sektörünün geleceği açısından üzerinde önemli durulması gereken konuların en başında gelmektedir.

Basın sektöründe holdingleşme her ne kadar işadamı Aydın Doğan’ın 1979 yılında Milliyet gazetesini satın almasıyla başlamış gibi gözükse de, asıl büyük çıkış 1988 yılında Kıbrıslı iş adamı Asil Nadir tarafından yapılmıştır. Daha sonra ise Türkiye’nin en büyük gazetelerinden biri olan Hürriyet’in de 1994 yılında Aydın Doğan tarafından satın alınması, basın sektöründeki holdingleşmenin ‘sağlam’ temellerinin atılmasını sağlamıştır. Günümüze kadar olan süreçte ise, sermaye sahibi işadamlarının medyanın sağladığı gücü ve etkiyi kavramaları ile birlikte, basın sektörünün neredeyse tamamına yakınının holdinglerin bünyesi altında olduğu bir dönem yaşanmıştır ve halen de devam etmektedir.

Basın sektörü oligopol bir piyasa yapısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Basın sektörü içerisinde yer alan firmalar arasındaki rekabet ve rekabete bakış açısı diğer sektörlere göre birçok yönden farklılıklar göstermektedir. Basın sektöründe firma sayısı diğer sektörlerle kıyaslandığında azdır ve her firma kendi bireysel davranışları ile ürünlerini hedef kitlesine satabileceğinin/ulaştırabileceğinin, fiyatı etkileyebileceğinin/belirleyebileceğinin ve diğer firmaları daharekete geçirebileceğinin farkındadır.

Başka bir deyişle, basın sektöründe firmalar arasında karşılıklı bağlılık vardır ve firma sayısı az olduğundan her firma bu karşılıklı bağlılığın farkındadır ve o yönde hareket etmektedir. Basın sektöründe firma sayısının az olması, firmaların fiyat politikalarında da karşılıklı bağlılık içinde bulunmaları durumunu ortaya çıkarmaktadır. Örnek olarak, bir firma fiyatlarını düşürürse, diğer firmalar da fiyatlarını indirerek bu davranışa bir karşılık verirler. Ancak bir firmanın fiyatını yükseltmesi halinde diğerlerinin göstereceği tepki farklı olabilir. Bir firmanın fiyatını yükseltmesi ile bu firmanın hedef kitlesi diğer firmaların ürünlerine kayacaklarından, diğer firmaların fiyatlarını yükseltmemeleri veya daha az yükseltmeleri beklenebilir. Bu durum da mevcut pazar yapısı içinde farklı eğilimlerin ortaya çıkmasına ve ihtiyaçların/beklentilerin karşılanması noktasında farklı algılamaların doğmasına neden olabilir.

Basın işletmelerinde rekabet bağlamında önemli bir konu da kalite olgusudur. Kalitenin müşteriye kulak vermek suretiyle oluşturulabileceğinin mümkün olduğu gerçeği, irdelenmesi ihmale gelmeyen bir konudur. Günümüz rekabet ortamı artık o kadar acımasız bir hal almıştır ki; sadece üretileni alan değil, istediğini karşısında hazır bulmak isteyen bir kitleyle karşı karşıya bulunmaktayız. Bu durum, yazılı basın işletmelerinin de okuyucuya bakış açısını hiç şüphesiz değiştirmiş bulunmaktadır. Bu sebeple de; gerek yönetim, birey, sistem gerekse yapı ve liderlik gibi olguların odak noktası artık müşteri olmuştur. Buna dayanarak da yazılı basın işletmeleri, tasarımdan pazarlamaya kadar birçok noktanın gerek başlangıcına gerekse odak noktasına okuyucuyu oturtmak gerekliliğinin bilincini taşır duruma gelmiştir. Bu bilinci taşımanın yanı sıra, bilincin gerekliliğini yerine getirebilmeyi başarabilmek ise, müşteriye yakın olabilmekten, daha önce görülmesi imkan dahilinde olmayan noktaları görebilme duyarlılığına sahip olabilme konusunda çaba göstermekten geçmektedir [6]. Zaten bu çabayı göstermeyen ya da gösterme noktasında zafiyet gösteren işletmelerin günümüz ‘acımasız’ rekabet ortamında rakipleriyle bir yarışın içine girmesi ya da ayakta kalabilmesi neredeyse imkansız gibidir. Artık işletmelerin ürettikleri üründen ziyade, kimin için üretim yaptıkları ve üretim yaptıkları o kitlenin beklentilerini ve ihtiyaçlarını karşılama noktasında ne derece başarı oldukları asıl belirleyici noktadır.

Basın sektöründeki firmaların tamamına yakını büyük holdinglerin çatısı altında bulunduklarından dolayı, sektöre girmek ve yer edinmek isteyen holding desteği veya büyük sermaye yatırımı olmayan firmalar çok büyük sıkıntılarla ve engellerle karşı karşıya gelmektedirler. Sektöre yeni giren firmalar açısından baktığımızda en büyük tehdit, kapasite ve buna bağlı olarak ölçek büyüklüğüdür. Daha sonra ise, yazılı basın açısından baktığımızda dağıtım işlevinin yerine getirilmesinin yarattığı zorunluluk da, yine çok büyük bir yük olarak basın işletmelerinin karşısına çıkmaktadır.

İçerik maliyetleri ile karşılaştırıldığında, materyallerin dağıtıma hazırlanmasında ve dağıtımında oluşan maliyetler tamamen farklı bir tablo ortaya koymaktadır. Basılı medyada genel olarak bu maliyetler, toplam maliyetlerin %40 ile %60 arasındaki kısmını oluşturmaktadır. Bu durum basılı materyalin fiziksel üretim ve dağıtım gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Dağıtım maliyetleri; sayılabilir medya ve iletişim ürünlerinde daha karmaşık bir hal alır, çünkü müşteriye olan mesafe arttıkça bu maliyetler de yükselir. Çünkü bu durumda müşteriye ulaşmak daha fazla efor ve zaman gerektirmektedir ve üretim noktası ile son taşıma noktası arasındaki mesafe arttıkça ulaşım araçlarının, faaliyet giderlerinin, personel giderlerinin v.s. maliyetleri de artmaktadır. Bu durum; ayrıca, kendi dağıtım sistemlerini kendileri işleten gazeteler için de bir problemdir, çünkü sadece uzaklık değil, aynı zamanda dağıtım yoğunluğu da önemli bir faktör haline gelir. Eğer bir taşıyıcı bir gazeteyi bir sokaktaki tek bir eve gönderiyorsa, bu aynı sokakta on eve gazete götürmekten daha fazla zaman ve efor gerektiren bir işlem olacaktır. Dağıtım yoğunluğu arttıkça, dağıtım maliyetleri azalmaktadır. Uzaklık ve yoğunluk bir arada, gazetelerin belli bölgelerde gazete almak isteyen potansiyel aboneler bulabileceği bir durum da oluşturabilir, ancak gazete işlemlerde bir kayba yol açmadan bu müşterilere hizmet veremez [7]. O yüzden planlamanın ve bu planlama neticesinde ortaya çıkan kayıpların telafi edilmesine yönelik olarak alternatif çözüm arayışlarının istikrarlı bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, zaten yüksek bir yatırım gerektiren bu durumun başarısızlıkla sonuçlanması olası bir durum olarak işletmelerin karşısına çıkabilir.

Özellikle yazılı basın işletmelerinden gazeteler için dağıtım fonksiyonunun önemi hayati konumdadır, çünkü her gün yeniden üretilen ve 24 saat ömrü olan bir ürünün, okuyucu kitlesine zamanında ve istediği yerde ulaştırılması büyük önem arz etmektedir. Bunlar gerçekleştirilemediği takdirde harcanan zamanın, emeğin ve paranın telafisi mümkün olmamaktadır. Hatta 24 saatlik zaman diliminin, internet gazeteciliğinin oldukça yaygınlaştığı günümüz iletişim koşullarında çok daha az bir süre olarak düşünülmesi daha doğru olacaktır.

Basın işletmeleri arasında oluşan rekabet olgusunun merkez noktasında ise, mevcut reklam pastasından daha fazla pay alabilme isteği yatmaktadır. Basın işletmelerinin toplam gelirleri içerisinde %6070’lik bir bölümü teşkil eden reklam gelirleri olmadan, basın işletmelerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri imkansız olmaktadır. Reklam gelirleri olmadan diğer gelirleri toplamının, toplam maliyetlerinin çok altında olduğunu düşünürsek, basın işletmeleri için reklam gelirleri faaliyetlerine devam edebilme noktasında karşılanması gereken koşulların en başında gelmektedir.

Yazılı basın için tiraj yani satış rakamları, görsel basın içinse reyting yani izlenme oranları ne kadar yüksek olursa, reklamverenlerin o işletmeleri tercih etme ihtimalleri de o denli yüksek olmaktadır. Bu nedenle basın işletmeleri daha fazla reklam alabilmek için, bahsettiğimiz tiraj rakamlarını ve reyting oranlarını yükseltmek için büyük bir rekabet içinde bulunmaktadırlar. Bu rekabetin ‘şiddeti’ yükseldikçe ve reklam pastasından daha fazla pay alabilmek amacıyla çabalar arttıkça, çoğu zaman basın işletmelerinin kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek gibi temel ilkelerinden sapmalar yaşadığı görülmektedir. Basının öncelikli olan bu ilkelerinden feragat ederek, ilk olarak reklamverenleri memnun etme gayreti içine girmesi ise, basın işletmelerinin asıl müşterisi konumundaki okuyucu/izleyici/dinleyici üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Bu yüzden basın işletmelerinin hem işletmesinin faaliyetlerine devam edebilmesi için kar elde etmesi ve reklamverenlerle olumlu işbirliği içine girmesi hem de okuyucu/izleyici/dinleyici üzerinde güvensizlik yaratacak bir durumun içinde yer almaması gerekmektedir.

IV. TEKELLEŞMENİN YARATTIĞI SORUNLAR

Türk medyasında egemen olan holdingleşmenin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan rekabet olgusunun yarattığı öncelikli durum, basın sektöründe tekelleşmenin giderek arttığı ve önü alınamaz bir şekilde vazgeçilmez bir noktaya geldiği gerçeğidir. Holdingleşme ve tekelleşme birbirlerine sıkı sıkıya bağlı iki kavramdır. Diğer sektörler için holdingleşme olmadan tekelleşmenin olabileceği mümkün olsa da, basın sektörü için holdingleşme olmadan tekelleşmenin gerçekleşebileceğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir.

İleri teknoloji ekipmanlarının gerekliliği, finansal güç ve yatırıma dayalı iş potansiyeli gibi faktörleri göz önüne aldığımızda, basın sektörü içerisinde yer alan işletmeler sektör içerisinde yer alan rakipleriyle rekabet edebilmek için, holdingleşme sürecinin bir parçası olma zorunluluğunun içine sürüklenmek gibi bir durumun varlığı ile karşı karşıya kalmışlardır.

Türkiye’de 1980’li yıllarda başlayan dışa açılma hamleleri ve küresel düzenin bir parçası olma politikaları neticesinde, sermaye sahibi işadamlarının basın işletmelerine olan ilgisi de artmaya başlamıştır. O güne kadar gazetecilik kökenli ailelerin sadece gazetecilik mesleği çerçevesinde hareket ettiği bir sektör olan basın sektörü, 1990’lı yılların ortalarından itibaren ise sermaye sahiplerinin kontrolünde, holdinglerin egemen olduğu yeni bir yapıya kavuşmuştur. Holdinglerin kontrolünde olan basın sektörü de, her geçen gün dışarıdan sektöre girmenin zorlaştığı, ‘büyük balığın küçük balığı yediği’ bir tekelleşmenin varlığını ortaya çıkarmıştır.

Bir kişinin ya da bir grubun, bir ülkede birkaç gazeteyi ve dergiyi, televizyon ve radyo istasyonlarını ele geçirmesine, ‘concentration’ ya da tekelleşme denilmektedir. İletişim alanında, bu tür gelişmeler endişeyle karşılanmakta ve bunlara karşı bazı önlemler alınmaya çalışılmaktadır [8]. Alınan önlemlerin başarıya ulaşma şansı ya da sıkıntıların ortadan kalkması için yapılan faaliyetler ise, sermaye sahipleri tarafından ‘yerleşik düzenlerine’ yönelik bir tehdit olarak algılandığından, gerek ekonomik gerekse de siyasi anlamda birçok engelle karşılaşmaktadır.

Medyada görülen tekelleşme biçimlerini yatay, dikey ve çapraz tekelleşme olarak üç grupta toplamak mümkündür. Tokgöz’e göre yatay tekelleşme, medya sektöründe görülen tekelleşmenin en yaygın olanıdır. Dünyada olduğu kadar Türkiye’de de yatay tekelleşme medya sektöründe çok yaygındır. Yayın yaşamlarını sürdürmekte ekonomik koşullar nedeniyle güçlük çekme, basında yatay tekelleşmenin oluşmasını beraberinde getiren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Yatay tekelleşme ile birlikte, kendi yazı işlerine sahip gazete sayısında azalma görülmektedir. Dikey tekelleşme ise kendi içerisinde üç ayrı şekilden oluşmaktadır. Birinci şeklinde birden çok gazetenin denetimi bir kişinin ya da grupların eline geçer. Yatay tekelleşmede olduğu gibi, dikey tekelleşmede her zaman gazetelerin yazı işlerinin kadrosunun hemen değişmesi söz konusu olmayabilir. Dikey tekelleşmenin ikinci şeklindeyse, yazı işleri kadrosunun hemen hemen tamamına yakını değişir, çalışan gazetecilerin bazıları veya tamamı işten çıkartılır. Gazeteler doğal olarak eski özelliklerini kaybederler ve uzun dönemde gazetelerin hepsi birbirinin benzeri bir durumla karşı karşıya kalır. Dikey tekelleşmenin üçüncü şeklinde ise; kağıt üretimi, haber üretimi, yayın ve dağıtım olarak birbirini izleyen süreçler bulunur [9]. Bu durumun yarattığı en önemli sıkıntıların başında da, sürecin içinde yer almaya çalışan işletmelerin büyük bir zorlama ve baskı ile karşılaştığı gerçeği gelmektedir.

Tekelleşme ile oluşan grupların çok sayıda gazete yayımlamasının çok seslilik anlamına geldiğini söyleyemeyiz. Genel içerik olarak aynı, benzer ve yakın görüşler değişik cümlelerle ya da ifadelerle aktarılmakta ve bu durumun demokrasiye herhangi bir katkısı bulunmamaktadır. Aynı zamanda, okurların tek taraflı bir şekilde bilgilendirilmesi neticesinde, bireylerin doğru bilgiye ve içeriğe ulaşma hakkı da yara almaktadır [10]. Tekelleşmenin üçüncü ve son şekli olan çapraz tekelleşme ise, daha önceden tek bir medya çerçevesinde etkin olan kuruluşların başka alanlara da girmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Günlük basın, dergiler, kitap yayın alanlarından, radyo, televizyon, video yayıncılığını kapsayacak biçimde bir şekle dönüşerek, çeşitli medyanın bir elde toplanması çapraz tekelleşmenin ortaya çıkmasını sağlar. Çapraz tekelleşme, medyada tekelleşmenin yerel ve ulusal düzeyde ulaştığı son aşama olarak karşımıza çıkmaktadır [9]. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da da bu şekilde meydana gelen tekelleşme biçimlerine oldukça sık bir şekilde rastlanılmaktadır. Ancak burada önemli olan nokta, belirli sınırlamaların ve kısıtlamaların belirlenmiş olması, bu sayede de genel medya yapılanması içerisinde çok sesliliğin var olabilmesi açısındanönemli yasal düzenlemelerin varlığıdır.

Basın sektöründe ortaya çıkan holdingleşmenin zaman içerisinde tekelleşmeyi meydana getirdiğini ve bu durum neticesinde de ortaya çeşitli sorunların çıktığını söyleyebiliriz. Topuz holdingleşmenin ve buna bağlı oluşan tekelleşmenin olumsuz etkilerini aşağıdaki yedi maddede toplamıştır [11]:

 Medyada tekelleşme, her şeyden önce düşünce ve anlatımda çoğulculuğa karşı bir oluşumdur. Kitle iletişim araçlarının paralı ellerde toplanması, düşünce ve anlatım özgürlüğünü kısıtlar. Medyada çalışanların sayısı azalır ve medya genelde tekdüzeliğe yönelir.

 Tekelleşmeler sendikacılığa karşıdır.

 Tekellerin başındaki kişiler, iktidarı paylaşmak ve hükümetten çeşitli çıkarlar sağlamak için türlü türlü ödünler vermekte ve medyada çalışan gazetecileri baskı altında tutmaktadırlar.

 Büyük sermayeye dayanan medya, magazin programlarının ve magazin haberciliğinin de gelişmesine yol açmış, bu da bir kültür yozlaşmasına neden olmuştur.

 Küçük ve orta çaptaki yayın organları zamanla yok olmakta ve holdinglerin sınırsız egemenliği kurulmaktadır.

 Türkiye’de medya zamanla bir paralel iktidar mekanizması oluşturmaktadır. Yöneticilerin medyadan gelen baskılara karşı koyamadıkları da zaman zaman görülmektedir.

 Tekelci sermaye ve holdingler dışa bağımlıdır, IMF’den çıkarları vardır. Böyle bir bağımlılık da ülkenin bağımsızlığıyla bağdaşamaz.

Yukarıdaki maddeler sırasıyla incelenecek olursa, ilk olarak belirtilen, tekelleşmenin ortaya çıkardığı sorunların başında çoksesliliği engelleyici bir yapının oluşmasına ortam hazırlaması gelmektedir. Medyanın objektif, tarafsız, özgür ve farklı görüşlerin dile getirilip, kamuoyunu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek gibi çok önemli vasıflarının yerini, tekelleşmenin oluşturduğu yapı ile sübjektif, taraflı, kendisine dikte edileni haber yapan ve kamuoyunu yanıltan bir ortama bıraktığı görülmektedir. Her ne kadar farklı görüşlerin kısmen ifade edilebildiği bir ortam yaratılmış gibi gözükse de, bu durum genel yapı ya da kurumun genel politikası içerisinde hiçbir anlam ifade etmemektedir. Diğer taraftan, tekelleşmenin yarattığı başka büyük bir problem de sendikacılığın ortadan kaldırlmasıdır. Medya sektörü içinde yer alan çalışanların kendi mesleklerine yönelik temel hak ve hürriyetlerini örgütsel bir çerçeve içerisinde savunmalarını sağlayan sendikacılık, büyük sermaye sahiplerinin medya dünyası içinde yer almasından ve bu sistemin de giderek tekelleşmeyi yaratmasından dolayı büyük bir darbe almıştır. Özellikle Aydın Doğan’ın 1991 yılında Milliyet gazetesinde, 1994 yılında ise Hürriyet gazetesinde başlattığı sendikasızlaştırma çalışmaları, günümüzde basın sektörü içerisinde sendikasız çalışan kültürünün egemen olmasında ilk tohumların atılmasını sağlamıştır.

Medya, siyaset ve ticaret birleşmesinin bir yansıması olan basın sektöründeki tekelleşme ile, holding sahibi patronlar mevcut siyasi iktidarın olumsuz karşılayacağı haber ve yorumların yapılmaması için medya çalışanlarını baskı altına almaktadırlar. Aksi takdirde gerek kamusal gerekse de özel sektörde birçok işkolunda faaliyet gösteren holdinglerin, ticari anlamda büyük bir risk ile karşı karşıya kalma ihtimali büyük bir olasılık olarak gözükmektedir. Ancak bu durum gazetecilik ilkelerinin özü ile tamamen zıt bir durum teşkil etmektedir. Öyle ki, bir haber toplama ve yayma aracı olan gazetenin demokrasilerde iki önemli görevi daha bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; gazete kamu ihtiyaçlarını, kamu yararına uygun bir biçimde kamuoyuna ve yöneticilere duyuran haber aracıdır ve bu göreviyle bir kamu hizmeti yapmaktadır. Diğer taraftan yöneticilerin kamu ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile aldıkları tedbirleri vatandaşa zamanında ulaştırır. Bu yönü ile de genel yönetime yardımcı bir araçtır ve yine kamu hizmeti görmüş olur [12]. Ancak, tekelleşme neticesinde medya ve siyaset arasındaki ilişkinin gazeteciler üzerinde ortaya çıkardığı baskılar, hem kamusal hizmetin ifa edilmesi noktasında hem de demokrasinin işlerliği konusunda çok ciddi problemler yaratmaktadır.

Magazin temelli haberciliğin yaygınlaşması ve bunun sonucunda ortaya çıkan kültürel dezenformasyon ve yozlaşma ile bilgi kirliliğin artması da tekelleşmenin olumsuz sonuçlarından biridir. Toplumun güncel sorunlar ve bu sorunların çözümüne yönelik çabalardan ziyade, içi boş ve bir değer ifade etmeyen habercilik anlayışının egemen olduğu bir medya düzeni ile karşı karşıya bırakılması da gelecek kuşakların gelişimi açısından önemli bir sorunolarak görülmektedir.

Tekelleşmenin yarattığı sorunlardan bir diğeri de, sektöre girmek isteyen küçük ve orta büyüklükteki basın işletmelerinin mevcut yapı içerisinde kendilerine yer bulmalarının imkansız bir hale gelmesidir. Finansal gücün holdinglerle baş edemeyecek ölçüde olması, dağıtım ağının yine holdinglerin bünyesinde yer alan kuruşların egemenliğinde olması ya da tek bir mecrada faaliyet göstermenin sistem içerisindeki zorlukları gibi nedenlerden dolayı, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler doğal sürecin bir parçası olarak ya yok olmak ya da holdinglerin bünyesine katılmak gibi bir durum ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu durum da sektör içerisinde yer alan holdinglerin güçlerini daha da arttırarak, tekelleşme yolunda güçlenmelerine olanak sağlamaktadır.

Tekelleşmenin yarattığı medya düzeni içerisinde zamanla, paralel bir iktidar düzeni de oluşmaktadır. Bu düzen neticesinde, holdingin sağladığı gücün etkisiyle medyanın hem kamu sektöründe hem de özel sektörde yer alan yöneticiler üzerinde bir baskı rejimi oluşturdukları görülmektedir. Medyanın sahip olduğu gücün etkisinin farkında olan ve bunu bir holdingin ‘kanatları’ altında sürdürdüğünü bilen farklı kademelerdeki yöneticiler ve ‘karar alıcılar’ da, direnç gösterseler dahi belirli bir süre sonra üzerlerinde oluşan baskının şiddetine bağlı olarak motivasyonlarını kaybetmekte ve sistemin bir parçası olabilmektedirler. Ayrıca, medya sektörünü elinde tutan ve tekelleşme sürecini başlatan büyük holdinglerin sadece ulusal alanlarda değil, uluslararası alanlarda da birçok yatırımları bulunmaktadır. Yabancı yatırımcılarla da birçok iş ilişkisi içinde bulunan medya sahibi holdinglerin, dışarıya olan bağımlılıklarından dolayı, ülke çıkarlarının önceliği konusunda zaman zaman sapmalar olabileceği gerçeğini de gözardı etmemek gerekir.

Tekelleşmenin olumsuz yönlerine ilave olarak, tekelleşmenin basında işsizlik yarattığını da söylenebilir. Tekelleşme arttıkça gazete sayısı azalır ve işten çıkarmalar başlar. Bunun için de gazeteci ve basın sendikaları, uluslararası gazeteci federasyonları, yıllardır tekelleşmeye karşı mücadele etmektedirler [13]. Mevcut medya yapılanmasına baktığımızda, bu mücadelenin başarı oranının yüksek seviyede olduğunu söylemek zordur, ancak yine de yapılan çalışmaların medya çalışanlarının hakları konusunda kısmen olumlu sonuçlar verdiği de görülmektedir.

Holdingleşme ve tekelleşmenin yarattığı sorunları yıllar öncesinden gören ve yazılarında değinen, 24 Ocak 1993 tarihinde hunharca bir şekilde katledilen Uğur Mumcu’nun aşağıda yer alan 25 Mart 1981, 20 Ocak 1982 ve 30 Haziran 1983 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarından üç bölüm de durumu açık bir şekilde göstermektedir [14].

“Gazetelerin, işadamları ve müteahhitler eliyle basın dışı alanlardaki kazanç kapılarının kalkanı olarak kullanılması, hiç şüphesiz, basın özgürlüğü için çok olumsuz bir gelişme olmuştur.”(25 Mart 1981)

“Gazetelerin, gazetecilik alanı dışındaki amaçlarla uğraşmaları, böylece bu amaçların birer organı haline gelmeleri basın için en büyük tehlikedir. Basın özgürlüğü, haberleri serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe dile getirmek demektir. Şirketleşme ve holdingleşme demek değildir!” (20 Ocak 1982)

“Basın özgürlüğü bugün için iki tehlike ile karşı karşıyadır. Birinci tehlike, devletin basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlayıcı ve yasaklayıcı tavrıdır. İkinci tehlike, basın organlarını ele geçirecek ve basında tekelleşme yaratacak olan holdingleşmedir. Bu durumda da basın özgürlüğü, sermayenin baskısı altında tutulacak ve belli iş çevrelerinin güdümü, basın özgürlüğünü iyice yok edecektir.”(30 Haziran 1983)

Uğur Mumcu’nun birer yıl ara ile yazdığı satırlardan da anlaşılacağı gibi, holdingleşme ve tekelleşmenin tohumlarının atıldığı 80’li yıllarda belirtilen endişelerin bugün gerçekleştiğini ve basın sektörünün geleceği için büyük bir tehlike arz ettiği görülmektedir.

V. SONUÇ

Türk basın sektörü 1980’li yılların başlarından itibaren, sektör içindeki egemenliğin, gazetecilik kökenli ailelerin elinden sermaye sahibi işadamlarının eline geçtiği bir dönemi yaşamaktadır. Özellikle 1990’lı yıllarda büyük bir ilerleme kaydeden ve 2000’li yıllara gelindiğinde ise basın sektörünün neredeyse tamamına yakınını içine alan bir holdingleşme gerçeği oluşmuştur. Farklı iş kollarında faaliyet gösteren şirketlerinin dışında, medya sektörü içinde de şirketlere sahip olan holdingler, geçmişten günümüze kadar uzanan temel basın ilkeleri ile çelişen birçok durumun oluşmasına ortam hazırlamışlardır. Medyanın kamuoyu üzerinde oluşturduğu güce paralel olarak, aynı gücü siyasi ve ticari ilişkilerinde de kullanma gayreti içine giren bazı holdingler, basın sektörü içinde kapanması oldukça zor olan birçok yaranın açılmasına ve tekelleşmenin de oluşmasına neden olmuşlardır.

Holdingleşmenin basın sektörü içerisinde zamanla ortaya çıkardığı tekelleşme ile, birçok küçük veya orta büyüklükteki basın kuruluşu sektörden çekilmek ya da holdinglerin bünyesi altına girmek zorunda kalmışlardır. Bu sayede, hem mevcut sistem daha da katı bir hal almıştır hem de sisteme dışarıdan katılmak isteyen işletmeler için de büyük zorluklar meydana gelmiştir.

Tekelleşmenin basın sektöründe oluşturduğu kalıcı ve sert yapıyı ortadan kaldırmak ya da belirli yönlerden ‘yumuşatmak’ için, sistemin kendi içerisinde bir yeniden yapılanma sürecini başlatması son derece önemlidir. Bu yeniden yapılanma süreci içerisinde, kanunlarla ve yasalarla belirlenen, yasaklardan uzak ama ‘kısıtlayıcı’ birtakım düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Öncelikli olarak homojen bir yapının oluşması, tek kaynaktan çıkan ve çok sesliliği engelleyen düzenin ortadan kalkması için, batı ülkelerinde olduğu gibi holding sahiplerinin medya üzerinde egemenlik kurmasının önüne geçilmelidir. Bunun için yapılması gereken, genel medya yapılanması içerisinde bir holdingin sahip olabileceği tüm medya kanallarının belirli bir ‘üst oran’ dahilinde kısıtlanmasıdır. Aynı şekilde, her mecra bazında da bunun uygulanması sektörün geleceği açısından olumlu sonuçlar verecektir. Ancak, bu durumun dikkatli bir şekilde denetlenmesi ve ‘gizli ortaklıklarla’ yapılabilecek art niyetli davranışların ve suistimal edici tavırların önüne geçilmelidir.

Sistemin sağlıklı bir yapıya kavuşması ve ‘tekelci’ anlayışın ortadan kalkması için yapılabilecek bir diğer uygulama ise, holdinglerin faaliyet gösterdiği sektörler baz alınarak bir düzenlenmenin yapılmasıdır. Her sektör için ayrı bir ‘üst limit’ belirleyerek medya içerisinde sahiplik oranları belirlenebileceği gibi, aynı zamanda kamu ile iş yapma oranına bağlı olarak da birtakım farklı düzenlemeler yapılabilir. Ancak, bu uygulamalar yapılırken oldukça sistemli bir şekilde ilerlenmeli ve en ufak ayrıntısına kadar incelemeler yapılmalıdır. Bir başka deyişle, tekelleşmenin oluşturduğu sıkıntılı ve zorlayıcı yapıyı ortadan kaldırmak için düzenlemeler yaparken, eşitsiz bir uygulamanın varlığını da ortaya çıkarmamak gerekmektedir.

Bahsedilen bu düzenlemeler dışında, devletin sektöre yeni girecek basın işletmeleri için birtakım teşvikler yaratması ve sektörü cazip hale getirmesi de oldukça önemli olmaktadır. Kamusal reklam ve ilanların sektöre giriş anından itibaren zaman içerisinde belirli kıstaslar dahilinde kademeli olarak yükseltilmesi ya da yapılacak yatırımların finansal boyutu çerçevesinde verilecek kredilerin faiz oranlarının yeniden düzenlenmesi, sektöre girmek isteyen basın işletmelerini cesaretlendirici ve sektör içerisindeki çoksesliliği arttırıcı faktörler olacaktır.

Sonuç olarak, holdingleşme ile başlayan tekelleşme sorunu basın sektörü içerisinde oldukça tehlikeli, çok sesliliği engelleyen, zorlayıcı uygulamaların yapıldığı ve sadece ‘güçlü’ olanın sistemde kendine yer bulabildiği bir düzeni yaratmıştır. Bu yüzden, günümüz reel koşullarını dikkate alarak ve küreselleşme ile oluşan yeni dünya düzeninin de varlığını kabul ederek, ancak sistemin bu şekilde devam etmesi halinde basının ‘kendi işini’ tamamen yapamaz hale geleceğini de gözardı etmeyerek, sistemin kendi içinde bir otokontrol mekanizması çerçevesinde bahsedilen önlemleri hayata geçirmesi ve sistemli, güvenilir ve sağlam bir yapıyı oluşturması gerekmektedir.


YARARLANILANKAYNAKLAR

[1] Narver, J.C. (1967). Conglomerate Mergers and Market Competition. California: University of California Press.
[2] Arslan, A. (2004). Günümüz Türkiye’sinde Medya Gerçeği. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 
[3] Adaklı, G. (2003). Hakim Medya Gruplarının Kısa Tarihi. 
[4] Doğan Yayın Holding. 
[5] Adams, W. & Brock, J.W. (2004). The Bigness Complex: Industry, Labor, and Government in the American Economy. Second Edition. California: Stanford University Press.
[6] Dündar, P. (2006). Yazılı Basın İşletmelerinde Kalite. Ankara: Nobel Basımevi.
[7] Picard, R.G. (2002). The Economics and Financing of Media Companies. New York: Fordham University Press.
[8] Girgin, A. (2008). Gazeteciliğin Temel İlkeleri. İstanbul: Der Yayınları.
[9] Tokgöz, O. (2008). Temel Gazetecilik. 7. Baskı. Ankara: İmge Kitabevi.
[10]Nebiler, H. (1995). Medyanın Ekonomi Politiği. İstanbul: Sarmal Yayınevi.
[11]Topuz, H. (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi.İstanbul: Remzi Kitabevi.
[12]İnuğur, M.N. (1999). Basın ve Yayın Tarihi. 4.Basım. İstanbul: Der Yayınları.
[13]Girgin, A. (2003). Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik’i. 2. Baskı. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
[14]Mumcu, G. (2010). 

Yorum Gönder

0 Yorumlar