PETROLÜN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ YERİ:
JEOPOLİTİK TEORİLER VE PETROPOLİTİK
Oil in International Relations: Geopolitical Theories and Petropolitics
Bilgehan EMEKLİER
Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi.
Nihal ERGÜL
Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi. Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010 60
Murat Apay
Metin Düzenleme
Özet:
Modern dünya ile birlikte üretim faaliyetleri; el emeğinin dışında, endüstriyel bir
yapılanma içinde enerji kaynaklarına bağımlı hale gelmiştir. Hiç kuşkusuz otomotiv
sanayinden savaş endüstrisine kadar birçok alanda hayatın vazgeçilmez
gereksinimleri arasına giren hammaddelerin başında petrol bulunmaktadır. Ancak
her bölgeye petrol konusunda eşit imkân sunmayan dünyada kimileri kaynak ülke,
kimileri ise bağımlı ülkedir. Petrol, 20. yüzyılın başından itibaren ekonomik ve
siyasi tarihte “etkin” bir öğe olarak; ülkeleri, toplumları, uluslararası sistemi,
uluslararası politikaları, devletlerarası güç mücadelelerini, savaşları ve barışları
şekillendiren, değiştiren ve dönüştüren unsurlardan olmuştur.
GİRİŞ
Tarih boyunca insanoğlunun en temel dürtüsü yaşamını idame ettirmek
olmuştur. Yaşamı idame ettirmek için temel ihtiyaçların karşılanmasıyla
başlayan sıralama, güvenliğin sağlanmasıyla devam etmektedir. Bu
bağlamda modern dünyaya geçişin ana unsurlarından biri olan
sanayileşmeyle birlikte gündelik yaşamdaki gereksinimler de değişmiş ve
çeşitlenmiştir. Önceleri ateş yakmak ve aydınlanmak için kullanılan petrol,
içten yanmalı motorlarda kullanılmasıyla birlikte gündelik yaşamdan
sanayiye ve askeri ihtiyaçlara kadar birçok alanda vazgeçilmez bir
hammadde olarak dünya tarihindeki değiştirici-dönüştürücü yerini almıştır.
Petrolün 19. yüzyılın sonlarında başlayan tarihi bu bağlamda uluslararası
politika, siyasi tarih ve ekonomi politik gibi disiplinler için önemli
konulardan biri olarak hala güncelliğini korumaktadır. Vazgeçilmez bir
ihtiyaç olarak petrol, uluslararası ilişkilerde devletlerin jeopolitik duruşlarını
ve hareket serbestilerini belirleyen stratejik enstrümanlardan biri haline
gelmiştir. Nitekim petrol; petrole sahip ülkeler için dış müdahalelerin ve güç
savaşlarının bir habercisiyken, petrol kaynağına sahip olmayan ülkeler içinse
enerjinin temini, lojistik güvenliği gibi konularda dış politika karar alma
mekanizmaları için temel “planlama” ve “dış politika” üretme alanlarından
biridir. Bu bağlamda çalışmanın problematiğini, petrolün uluslararası
ilişkilerdeki yönlendirici rolünün teorik ve pratik boyutlarda ne olduğunun
anlamlandırılıp açıklanması oluşturmaktadır.
Buradan hareketle, çalışmada ilk olarak “Modern Dünyanın
Hammaddesi: Petrol” başlığı altında petrolün “ana” gündem maddesi haline
gelmesi incelenecektir. Daha sonra uluslararası politikaların yönlendiricisi
olan jeopolitik teoriler içinde kronolojik olarak petropolitiğin izleri
aranacaktır. Son olarak ise, “Petropolitiğin Uluslararası Politikada Pratiği”
başlığı altında “petrole bağımlı uluslararası politika”nın hangi araçlar
vasıtasıyla kurgulandığı örneklendirmelerle açıklanmaya çalışılacaktır.
1. MODERN DÜNYANIN HAMMADDESİ: PETROL
Petrol, insanoğlu tarihini hatırlamaya başladığından beri bilinen ve çeşitli
amaçlarla kullanılan bir maddedir. Petrol, ya tabakalar halinde yeraltındaki
bir rezervin üstünü örten bir kayadan çıkmış ya da gaz sızması şeklinde
görülmüştür. Eski çağlardan itibaren bilinen bu madde, ticari bir değer
taşımamakla beraber çeşitli alanlarda kullanılmıştır. İnşaatçılar tarafından
harç ve kaplama malzemesi, gemi yapıcılar tarafından kalafat, aynı zamanda
tıbbi malzeme ve savaşlarda ucu petrole bulanmış oklarla –ki Rum Ateşi
olarak anılır- silah olarak kullanılmıştır.1
1228’de Bağdat’ta neft dolu cam
balonların askeri ihtiyaçları karşılamak için savaş sırasında kullanıldığı
bilinmektedir.2 Daha sonrasında geliştirilen tekniklerle aydınlanma ve ısınma
için kullanılmaya başlanmış, evlere ve günlük yaşama oldukça sirayet eden
bir madde haline dönüşmüştür. 1859 yılında ise ABD’nin Titusville şehrinde
Albay Drake’in açtırdığı kuyudan fışkıran ve bu döneme kadar ısınmada,
aydınlanmada ve “koca-karı” ilacı olarak sağlık alanında kullanılan petrolün
değeri, endüstri devrimi ile katlanmıştır. Benzinle çalışan otomobilin
ardından 1905 yılında Alman Diesel firması da içten yanmalı motoru icat
edince petrol için ikamesinin olmayacağı bir tüketim alanı oluşmuştur.3
Petrolün önemini anlayan ve bu alanda faaliyete geçen ilk kişiler
imparatorlar kadar güçlü, bu kişilerin kurdukları şirketler ise devletler kadar
zengin hale gelmişlerdir.4 O dönemde kurulan petrol şirketleri halen
dünyanın sayılı sermaye devleri olarak petrol piyasasını ellerinde
bulundurmaktadır. Çok-uluslu bu petrol şirketlerinin ortaya çıkışlarının
birbirleri ile eşit derecede önemli iki hedefi vardır:
1–ihtiyacı karşılayacak
petrol kaynaklarını bulmak ve geliştirmek,
2–piyasayı garanti altına almak
ve haddinden fazla fiyat rekabetinin önüne geçmek için var olan ve
potansiyel arzı kontrol etmek. Güçlü bir organizasyonel yapıya sahip, mücadeleci, cesaretli ve teknolojik donanımı bulunan bu şirketler tarihsel süreçte oynadıkları rolle petrolün ekonomik getirileriyle birlikte etkin bir politik hareket serbestisi de elde ederek, uluslararası konjoktürde politik ve ekonomik birer aktör haline gelmişlerdir.
1 Haluk V. Saltıkgil, “Dünya’da ve Türkiye’de Petrol: Ateşe Tapanlardan Petrole
Tapanlara,” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 28 (1970): 36-37.
2 R. J. Forbes, Studies in Early Petroleum History (E. J. Brill: Leiden, 1958), VIII.
3 Nurettin Türsan, “Orta Doğu ve Petrol,” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Cilt 10
Sayı 56 (1972): 40.
4
Jean Jacques Berreby, Le Golfe Persique (Paris: Payot, 1959), 205.
Bu şirketler, içinde payı olan
ülkeler içinse “ulusal çıkar” ve “ulusal güvenlik”leri bağlamında önemli bir
faaliyet alanı olmuşlardır.5 Örneğin ABD, Standard Oil’in bir ülkedeki
çıkarlarının tehdit altında olması durumunda o ülkeye nota verilmesi gibi
politik-diplomatik reaksiyonlar göstermiştir. Dolayısıyla, bu çok uluslu
petrol şirketlerinin salt ekonomik birliktelikler olarak düşünülmemesi
gerekmektedir. Kısacası, modern dünyanın hammadde kaynağı olan petrol
gerek ticari ve ekonomik boyutuyla gerekse de uluslararası konjonktürdeki
politik-stratejik yeri itibariyle yenidünya düzeninin sistemik bir unsuru
haline gelmiştir.
Öte yandan, “siyasi ve endüstriyel” devrimlerle yeni bir toplumsal yaşam
ve örgütlenme biçimine geçişi simgeleyen modernleşme kavramıyla petrol
arasındaki bağıntıdan bahsetmekte yarar vardır. Giddens’ın modernlik
kavramı (1) dünyaya karşı belirli yerleşik tutumları, insan müdahalesiyle
şekil almaya açık bir dünya fikrini; (2) ekonomik konumların karmaşık bir
birleşimini, özellikle endüstriyel üretim ve pazar ekonomisini; (3) ulusdevlet
ve kitle demokrasisi dâhil olmak üzere belirli siyasal kurumları
içermektedir.6 Dolayısıyla, petrolün bugünkü anlamıyla dünya sahnesine
yerleştiği dönem; Sanayi devriminin sosyolojik norm ve değerlerinin sisteme
yerleştiği, kapitalizmin dünya ticareti adı altında günden güne serpilip
geliştiği, iktisadi ilişkilerin “aklını kullanma cesaretini göstermiş”
aydınlamış akıllarca büyük bir ivmeyle yürütüldüğü bir dönemdir. Nitekim
bilindiği gibi bu dönemde petrol arayanlar, dünyanın bir ucuna yenilikleri
bulmak için giden macera ruhlu insanlardır. Keza bu nokta, Giddens’ın
modernliğin temel öğelerini aktarırken belirttiği gibi insanın müdahalesi ile
şekil almaya açık bir dünya fikrinin ve bu yeni insan tipinin örneği Petrolün Uluslararası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik 63 niteliğindedir.
5 Edith Penrose, “International Oil Companies and Goverments in the Middle East,”
içinde The Politics of Middle Eastern Oil, ed. J. E. Peterson (Washington: Middle
East Institute, 1983), 14, 31.
6 Anthony Giddens, Christopher Pierson, Modernliği Anlamlandırmak, çev. Serhat
Uyurkulak, Murat Sağlam (İstanbul: Alfa Yayınevi, 2001), 83.
Diğer yandan, petrol sanayinin gelişim süreci, hızlı bir
rekabete ve ticarette daha önceki dönemlerde görülmemiş karmaşık
bileşimlere sahne olmuştur. Özellikle de sanayileşme ve endüstriyel
toplumun vazgeçilmez bir öğesi olması bakımından petrol7, modernleşen
dünyanın bir sonucu ve aynı zamanda modernlik sürecinde de özellikle
uluslararası siyasi, iktisadi ve ticari öğelerin ve aralarındaki ilişkilerin
değiştiricisi ve dönüştürücüsüdür.
2. PETROPOLİTİĞİN JEOPOLİTİK TEORİLERE YANSIMALARI
Gerek siyasi güç gerekse ekonomik güç için birincil enerji kaynağı olan
petrol adına gerçekleştirilen uluslararası mücadelenin teorik altyapısının
jeopolitik teoriler ile oluşturulduğu söylenebilir. Başka bir ifadeyle jeopolitik
teoriler, petrol için ortaya konulan uluslararası güç mücadelesinin bilimsel
meşrulaştırıcısı işlevini görmüş ve petropolitiğin epistemolojik dayanak
noktalarından olmuştur. Nitekim uluslararası ilişkiler disiplininde önemli bir
yer sahibi olan jeopolitik teoriler, petrolün uluslararası güç mücadelesinin
ana unsuru olduğu dönemde -19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk
yarısında- sistematikleştirilmişlerdir. Söz konusu jeopolitik teoriler her ne
kadar petrol ve diğer enerji kaynaklarına bir atıfta bulunmasalar da, bu
teorilerin önem atfettikleri noktaların petrolün jeopolitik haritasının ve
petrole giden yolların izlerini taşıması oldukça anlamlıdır.
2.1. İngiltere-ABD Deniz Güçlerinin Çarpışması: Mahan’ın Deniz
Hâkimiyet Teorisi
Alfred Thayer Mahan (1840-1914)8 Deniz Harp Okulu’nu bitirdikten sonra
katıldığı dünya gezisinde Asya ve Avrupa’nın birçok önemli bölgesini görme fırsatı bulmuştur.
7 H. R. Warman, “The Future of Oil,” The Geographical Journal Vol 138 No 3
(1972): 287.
8 Alfred Thayer Mahan’ın coğrafya, jeopolitik ve uluslarararası ilişkilere bıraktığı
bir miras da “Orta Doğu” terimidir. “The Persian Gulf and International Relations”
(1902) adlı makalesinde ilk defa Orta Doğu kavramsallaştırmasını kullanmış ve
Deniz Hâkimiyet Teorisi kapsamında Orta Doğu’yu dünya hâkimiyetine ulaşmak
için “stratejik bir bölge” olarak betimlemiştir; Erdem Özlük, “Orta Doğu İstisnacılığı: Sömürünün Yeni Keşif Yolu,” Akademik Orta Doğu Cilt 2 Sayı 1 (2007): 144.
Bu gezi sırasında kendisini en çok etkileyen ve daha
sonra jeopolitik bir teori olarak kavramsallaştıracağı nokta, İngiltere’nin
dünyanın tüm bölgelerindeki etkisi ve sahip olduğu etkin deniz gücüdür.9
İngiltere’nin yayılmacı kimliğiyle Panama kanalı dışındaki tüm denizlerde
kontrolü elinde bulundurması, Mahan’ın yayılmacı fikirlerini deniz
hâkimiyeti üzerine kurgulamasında önemli rol oynamıştır. Mahan, tezinde
özetle denizlere hâkim olanın dünyaya hâkim olacağını belirtmiştir.
Mahan’ın fikirleri, eski dünya üzerine yeni keşfe çıkmış ABD’nin İngiltere
ile mücadelesinde ABD’nin eksikliklerini ve gerekliliklerini tahlil edilip
uygulamaya konulması açısından yol gösterici olmuştur. Mahan güçlü bir
deniz kuvvetinin kurulmasının ticaretin daha geniş alanlarda
yapılabilmesinin önünü açacağını ifade etmiş; başka bir ifadeyle ABD’nin
ticari anlamda bir patlama yaşayacağını belirterek, bunun doğal bir sonucu
olarak yeni pazarlara ve egemenlik alanlarına sahip olabileceğini
vurgulamıştır.10 Böylece Mahan, deniz filoları sayıca İngiltere’nin oldukça
gerisinde kalan ABD’de de Theodore Roosevelt’in ve diğer devlet
adamlarının teritoryal ve ticari yayılma için büyük filoların inşası yolundaki
siyasi girişimlerinin teorik altyapısını oluşturmuştur11. Eserlerinde İngiltere
donanmasına sıklıkla atıfta bulunan Mahan, İngiltere’yi deniz kuvvetleri
faaliyetleriyle ticari faaliyetleri birleştiren mutlak etkin bir güç olarak
nitelemiş ve bu gücü şu şekilde izah etmiştir:
“Sayısız dürtü alıp ileten, birbiri içine girmiş ve birbirine sarılmış olan binlerce akım içinde sonsuz bir esneklikle hareket eden[…], bütün bunlar içinde yaşayıp gelişen, kendisine bir hayat verilmiş olan karmaşık bir organizma olarak kabul edebilecek esrarengiz ve fevkalade bir güç.”12
9 Yılmaz Tezkan, M. Murat Taşar, Dünden Bugüne Jeopolitik (İstanbul: Ülke
Kitapları, 2002), 27.
10 Bilal Karabulut, Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik (Ankara: Platin Yayınları, 2005),
49.
11 Tezkan, Taşar, Dünden Bugüne, 29.
12 Jon Sumida, “Alfred Thayer Mahan, Jeopolitisyen,” içinde Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya, ed. Colin S. Gray, Geoffrey Sloan (Ankara: ASAM Yayınları, 2003), 71.
Tüm bu ön bilgiler ışığında, Mahan’ın deniz hâkimiyet teorisini
incelediğimizde arka planda genelde İngiltere-ABD rekabeti, özelde ise
petrol konusundaki mücadele yer almaktadır. Mahan’ın teorisini ortaya
koyduğu dönem, Rockefeller (Standard Oil) - Deterding (Royal Dutch)
çekişmesinin yaşandığı, ABD’de petrol üzerine tek söz sahibi olmasına
rağmen Standard Oil’in Royal Dutch’ın gerisinde kaldığı ve İngiltere deniz
güçlerinin ABD’nin “arka bahçesi” Latin Amerika’da petrol faaliyetleri ile
girişimlere başladığı dönemdir. Raif Karadağ’ın belirttiği üzere, I. Dünya
Savaşı’nın başlamasından dört beş sene önce Deterding, ABD için büyük
önem taşıyan Panama Kanalı’na birkaç mil mesafede bulunan
Venezüella’nın küçük bir adasında büyük bir faaliyete başlamış ve kısa bir
süre içerisinde Venezüella’nın tüm petrolleri üzerinde imtiyaz sahibi
durumuna gelmiştir.13 Bu durum, aynı zamanda ABD’nin petropolitiğin
ötesinde güvenlik algılamaları açısından da önemli bir tehdit oluşturmuştur.
Bu duruma karşı Rockefeller, karar alma mekanizmalarında harekete
geçilmesine dair girişimlerde bulunmuştur. Nitekim 1920’lerin ortalarında,
Kolombiya petrollerini de Royal Dutch’a kaptıran Standard Oil yetkilileri,
deniz hâkimiyetine bağladıkları bu mağlubiyetleri adına hükümete yaptıkları
baskıda, “Tatbik edilecek olan bahri programla denizlerde üstünlüğü
sağladığımız gün Standard Oil dünya petrol hâkimiyetini eline geçirmeyi
bilecektir” demişlerdir.14 Çünkü İngiltere ve Hollanda ortaklığındaki bu
şirket, Mahan’ın İngiltere için tasvirinde yer aldığı gibi, deniz güçlerinden
beslenerek hâkimiyet alanlarını arttırmıştır.
Yine bir ticaret imparatorluğu olarak 18. yüzyıldan itibaren yayılmacı bir
siyaset izleyen İngiltere, petrol ticareti ve lojistiğinde bu tarihsel tecrübesiyle
birlikte elde ettiği jeostratejik hâkimiyet alanlarından yararlanmıştır. Bu dönemde, petrolün lojistiğinin deniz yoluyla sağlandığı dikkate alınırsa, İngiltere-ABD arasındaki deniz hâkimiyeti rekabeti daha manidar olacaktır. Mahan’ın deniz hâkimiyet teorisini salt petropolitiğe indirgemek yanlış olsa da, söz konusu teorik çerçeve dönemin koşulları içinde ve ticarete yaptığı vurgu ile değerlendirildiğinde, petrolün bu teoriyi etkileyen unsurlardan biri olduğu söylenebilir.
13 Raif Karadağ, Petrol Fırtınası (İstanbul: Emre Yayınları, 2003), 142.
14 Karadağ, Petrol, 162.
Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010
66
2.2. Petrolün Kalpgâhı: Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi
İngiliz coğrafyacı ve siyaset adamı Sir Halford Mackinder (1861-1947),
1904 yılında yayınlanan The Geographical Pivot of History adlı eserinde
okyanuslardan tecrit edilmiş, ulaşıma kapalı ve kara gücünün devamlı bir
üssü olarak nitelediği “Kalpgâh”ı (Heartland) jeopolitik kavramsallaştırma
olarak ortaya koymuştur.15 Mackinder, bu bölgeyi şu şekilde belirtmektedir:
“Kalpgâh, stratejik düşüncenin amaçlarından dolayı Baltık Denizini, gidiş gelişe elverişli Orta ve Aşağı Tuna’yı, Karadeniz’i, Küçük Asya’yı, Ermenistan’ı, İran’ı, Tibet’i ve Mogolistan’ı kapsar. Bu yüzden Kalpgâhın içinde Rusya’ya ilaveten -Brandenburg-Prusya ve Avusturya-Macaristan da bulunuyordu- tarihte görülen süvari güçlerine sahip olmayan, askeri güce dayanan büyük bir üçlü. Kalpgâh, çağın koşullarında deniz gücüyle ulaşıma imkân tanımayan bölgedir.”16
15 Nejat Tarakçı, Devlet Adamlığı Bilimi: Jeopolitik ve Jeostrateji (İstanbul: Çantay
Yayınları, 2003), 59-61.
16 Geoffrey Sloan, “Sir Halford J. Mackinder: Geçmişten Günümüze Kalpgah
Kuramı,” içinde Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya, ed. Colin S. Gray, Geoffrey Sloan
(Ankara: ASAM Yayınları, 2003), 31.
Mackinder’in Kalpgâhı “kontrol eden, dünyayı kontrol eder” şeklinde ortaya
koyduğu jeopolitik teorisi dönemin koşulları içinde değerlendirildiğinde,
tıpkı Mahan’ın ABD’nin zayıf noktasını işaret ettiği gibi, bir deniz gücü olan
İngiltere’nin ulaşması zor bölgelerde Almanya ve Rusya’ya karşı zayıf kalan
noktasını ortaya koymaktadır. Nitekim bu teorinin ortaya atıldığı dönem
artık ulaşımda demiryolu çağıdır. Böylelikle, Mackinder’in jeopolitik
önceliği olan Avrasya’ya ulaşım kolaylaşmış ve hızlı taşımacılık
demiryoluyla yaygınlaşmaya başlamıştır. Kıtadaki büyük rakibi Almanya
için gerek Avrasya’ya gerekse Orta Doğu’ya karadan ulaşım kolaylaşmış ve
süresi kısalmıştır.18 O dönemde Orta Doğu’da hâkimiyeti elinde bulunduran
İngiltere için, bu yeni ulaşım ağı Almanya ve Rusya karşısında, elinde
imtiyazını bulundurduğu İran petrolleri açısından risk teşkil etmiştir.19
17 Hsstrateji.
18 Karabulut, Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik, 55.
19 İngiltere, Orta Doğu’da ilk petrol imtiyazlarına sahip ülkedir. 1908 yılında AngloPersian
Company’nin kurulmasıyla birlikte bölgede ilk petrol çıkarma faaliyetlerine
başlayan ve deniz kuvvetlerinin de desteğiyle bölgeyi askeri ve stratejik olarak
domine eden ilk güç olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrası ise ibre yavaş yavaş
ABD’ye dönmeye başlamıştır; Peter R. Odell, “The Significance of Oil,” Journal of
Contemporary History Vol 3 No 3 (1968), 93-94.
Nitekim Mackinder’in İngiltere’ye uyarı niteliğindeki bu teorisi, Bağdat
Demiryolu’nun imtiyazının Almanya’ya verilmesi ve demiryolu inşaatında
önemli bir ilerleme kaydedilerek faaliyete geçmesinin ardından ortaya
konulmuştur. Teorinin birebir ana ekseninin Bağdat Demiryolu olduğunun
söylenmesi doğru olmasa da, gerek Rusya’nın gerekse Almanya’nın kıta
içine –petrol bölgelerine–demiryolu ağlarıyla ilerleyişlerinin İngiltere’nin
üstünlüğü açısından tehdit unsuru içermesi genel bir neden olarak öne
sürülebilir. Son olarak ise bilindiği gibi Bakü ve İran petrolleri Orta Doğu
petrollerinin bulunmasından önce işletime ve kullanıma açılmıştır. Bu
bağlamda Mackinder’in Kalpgâh olarak bu bölgeyi işaret etmemesi ve o
dönemde henüz aramaların yapıldığı Orta Doğu’yu iç hilal olarak
değerlendirip Kalpgâhın dışında bırakması da petropolitik bağlamında
yorumlanabilir.
2.3. Orta Doğu’nun-İç Kenar Hilal’in-Önemi: Spykman’ın KenarKuşak
Teorisi
Amerikan bilim adamı Nicholas J. Spykman (1893-1943) tarafından ortaya
atılan Kenar-Kuşak Teorisi, ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra
siyasetinin şekillenmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Savaş sonrası
Amerikan uluslararası çıkarlarının belirlenmesi, stratejilerinin
yapılandırılması ve ABD’nin uluslararası ilişkilerde öncül rol oynaması
üzerine kurgulanmış bu teori, Mackinder’in Kara Hâkimiyet Teorisi’ne
önem atfetmekle beraber onu Kalpgâh’a yüklediği merkezi rol konusunda
eleştirmektedir.20 Spykman, Mackinder’in kara ulaşımına çok önem vererek
buna karşılık iç ve dış ayların gücünü ihmal ettiğini ve Kalpgâh’ın potansiyel
gücünü abarttığını düşünerek, Dünya’nın en önemli jeopolitik bölgesini
Mackinder’in İç Hilal (Rimland) olarak adlandırdığı bölge -Türkiye, Irak,
İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya- olarak
işaret etmektedir.21 Ona göre, deniz ve kara güçlerinin ortasında kalan bu
bölge o denli önemlidir ki, burada oluşabilecek bir jeopolitik boşluk,
Kalpgâh hâkimiyetinin kaybedilmesine neden olabilir.
20 Yılmaz Tezkan, Jeopolitik Yazılar (İstanbul: Ülke Yayınları, 2007), 23.
21 Karabulut, Strateji, Jeostrateji Jeopolitik, 129.
Spykman, bu durumu “kim kenar kuşağa hükmederse Avrasya’ya hâkim olur; kim Avrasya’ya
hâkim olursa dünyanın kaderini kontrol eder” şeklinde özetlemiştir.22
Spykman’ın teorisi, savaş sonrasında Eski kıtada ortaya çıkan boşluğu
ABD’nin doldurabileceğini ve bunun yolunun da özellikle Rusya’ya karşı
korunması gereken bölge olan İç Hilal’den geçtiğini işaret etmiştir.
Bu bağlamda II. Dünya sonrası konjonktür göz önünde
bulundurulduğunda, İngiltere’nin özellikle Orta Doğu’da güç kaybına
uğradığı, ABD’nin İngiltere’nin bu zaafından yararlandığı23 ve böylece Pax
Britannica’nın yerini Pax Americana’ya bıraktığı24 görülür ki, keza
Spykman’ın işaret ettiği ve Amerikan dış politikası için çizdiği yol haritası
da budur. Bu bölge, gerek enerji kaynakları gerekse de Rusya’ya karşı Eski
Dünya’da Amerika’nın jeopolitik bir konum elde etmesi açısından son
derece önemlidir.
Diğer yandan, arama ve çıkarmadaki kolaylık ve maliyet düşüklüğü gibi
sebeplerle Orta Doğu petrolleri, II. Dünya Savaşı’na kadar gelen süreçte her
geçen yıl dünya ekonomi politiğindeki önemi arttırmış ve daha önce hiçbir
hammaddenin olmadığı kadar gelişmiş ülkeler arasında rekabete sahne
olmuştur. Savaş sonrasında içine çekildiği kabuktan çıkarak uluslararası
sistemin ana aktörlerinden biri haline gelen ABD, buna paralel bir biçimde
dünya tüketiminin büyük bir kısmını karşılayan Orta Doğu petrolleri
üzerinde söz sahibi olmaya başlamış ve İngiltere’yi petrol gelir ve
imkânlarından el çektirmeye zorlamıştır.25
22 Tezkan, Jeopolitik Yazılar, 23.
23 ABD’nin İngiltere’nin konumundan yararlanarak Orta Doğu’daki yerini alması
konusunda Winston Churcill, Başkan Roosevelt’e mektup yazarak dost bir ülkenin,
İngiltere’nin zor durumundan faydalanarak hala ayakta iken, miraslarına el
koyduğunu görmekten yüreğinin kan ağladığını ifade etmiştir. Muhammed Heykel,
3. Petrol Savaşı: Körfez Savaşı’nın Perde Arkası, çev. Ahmed Asrar (İstanbul: Pınar
Yayınları, 1993), 52.
24 Heykel, 3. Petrol Savaşı, 39.
25 Ergün Aybars, “Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan
Türkiye,” içinde Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, (Ankara: Genelkurmay
Basımevi, 1996), 533-535. 1938 yılında Avrupa’da tüketilen petrollerin %23,3’ünü
karşılayan Orta Doğu petrolleri, 1951 yılına gelindiğinde Avrupa’nın ihtiyacının %82,1’ini karşılamaktaydı; “Değişen Dünya,” 535. Nitekim gelinen bu nokta, enerji bağımlılığı çerçevesinde ABD’nin Avrupa üzerindeki siyasi elini de güçlendirmiştir.
Ancak, İngiltere –ABD’nin “küçük ortağı” durumunda olsa da– sonrasında yine de petrolün üretim ve
lojistiğinde önemli rol oynamıştır. Dolayısıyla, ABD ile İngiltere arasındaki
“organik bağ”, kültür öğesi bir yana bırakılırsa petrol çıkar ortaklığı olarak
da yorumlanabilir.26
Kısacası, Spykman’ın Kenar-Kuşak teorisi genelde ABD’nin tüm
jeopolitik hedef alanlarını ortaya koyarken, özelde ise Rimland bölgesinde
bulunan jeostratejik avantajları ve dünya enerji politikalarında Orta Doğu
petrollerinin önemini işaret etmektedir. Keza Spykman’ın İngiltere’ye
onlarla birlikte hareket etmeleri yönünde salık verdiği ve ABD açısından ise
İngiltere ile ilişkilerin tüm Eski Kıta’da ellerini güçlendireceği yönündeki
düşünceleri, Orta Doğu’da rekabetin yerini işbirliğine bırakmasıyla pratiğe
dönüşmüştür. Bu durumu örneklendirecek olursak, Sovyetlere karşı güvenlik
algılamaları bakımından bölgenin korunması gerekliliğinden hareket eden ve
bölgede istihbarat çalışmaları yapan iki ülke, İran’da Musaddık’ın devrilerek
yerine yeniden Şah’ın getirilmesinde birlikte hareket etmişlerdir.27
Soğuk Savaş yıllarında, Sovyet-Amerikan eksenli iki kutuplu uluslararası
sistemde ise Spykman’ın teorisi, George Kennan’ın çevreleme teorisinin
öncülü olmuştur. Çevreleme teorisinde, ABD’nin jeostratejik hamleleri,
SSCB’nin İç Hilal’den kuşatılması ve böylece kenar-kuşak ülkelerde
komünist tehdidin bertaraf edilmesi üzerine kurgulanmıştır. Ancak İç
Hilal’de İran, Irak, Türkiye ve Pakistan’da ABD hava üslerinin kurulmasına
rağmen, Arap ülkeleri bu yapılanmaya katılmaya razı olmamışlardır.28 Petrol
bölgesindeki Arap ülkeleri ile işletmeci ülke olan ABD arasındaki
anlaşmazlıklar, ABD’nin bu ülkelerin Sovyetlere eklemlenmesi hususundaki
jeopolitik kaygılarını arttırmıştır. Soğuk Savaş döneminde yaşanan keskin rekabet sürecinde özelde Orta Doğu genelde tüm petrol sahibi ülkeler yoğun jeopolitik olaylara sahne olmuştur.
26 Heykel, 3. Petrol Savaşı, 53.
27 Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD (Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya) (İstanbul:
Alfa Yayınları, 2004), 188.
28 Karabulut, Strateji, Jeostrateji Jeopolitik, 133.
Körfez bölgesinde süper güçlerin mücadeleleri; ilk olarak üstünlüğü
elinde bulunduran İngiltere, Almanya, Fransa ve Rusya arasında geçerken,
daha sonra mücadele ABD ve SSCB ikilisi arasında yaşanmaya başlamıştır.
Soğuk Savaş döneminde üstünlük ise, Körfez ülkelerinin sadece üçünde
diplomatik temsilciliği elinde bulunduran Rusya’ya karşı, sekiz ülkenin
yedisinde temsilciliği olan Amerika’dadır. Kaldı ki ABD özellikle Suudi
Arabistan’da ekonomik ve sosyal hayatta da oldukça etkin bir roldedir.29
Yüzyılın başında İngiltere’nin rolü artık ABD’dedir.30 Ancak Orta Doğu
ülkeleri arasında yaşanan petrolü millileştirme çabaları, ABD’yi yeni uluslararası politikalara ve hamlelere yönlendirmiştir.
29 Birçok Suudi öğrenci ABD’de eğitim görmüş ve ABD ülkenin toplumsal
değişiminde de rol oynamaya başlamıştır.
30 J. E. Peterson, “Competing Superpower Interests in the Gulf,” içinde The Politics
of Middle Eastern Oil, ed. J. E. Peterson (Washington: Middle East Institute, 1983),
395.
Soğuk Savaş dönemini
ABD, SSCB’ye karşı üstünlükle tamamlamıştır. Ortaya çıkan yeni sistemsel
boşlukta, Kenar-Kuşak ve Kuşatma teorilerinin güncelliğini yitirmesiyle
yeni uluslararası teoriler gündeme gelmiş ve özellikle bu teoriler sorunlu
bölgeler üzerine –ki çoğunluğu petrol bölgeleri- yoğunlaşmışlardır.
2.4. Soğuk Savaş Sonrası Yeni Arayışlar: Huntington’ın
Medeniyetler Çatışması Tezi
Soğuk Savaş sonrası ortaya ilk atılan tez, dünyanın artık sistemsel olarak
“mutlu son”a ulaştığı ve evrimsel sürecini tamamladığı görüşünü savunan
Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezidir. Bunun üzerine Huntington yaşananın bir
son olmadığı, sadece sistemin ve çatışmaların boyut değiştirdiği düşüncesi
üzerine kurguladığı Medeniyetler Çatışması tezini ortaya atmıştır.
Huntington, Soğuk Savaş dönemindeki siyasi ve iktisadi sistemsel
bölünmelerin yerini kültür ve medeniyetler arasındaki ilişkilere bırakacağı
görüşünü savunmuştur. Medeniyetleri; Batı, Konfüçyan, İslam, Hint, SlavOrtodoks,
Latin Amerika ve Afrika medeniyetleri olarak gruplandırmıştır.31
Tezin özellikle yaptığı vurgu, ideolojiler temelinde uluslararası sistemin
ittifaklar oluşturabilme ve destek sağlayabilme imkânının gitgide azaldığı ve
artık ortak din ve medeniyetlerin bütünleştirici olacağı üzerinedir.
Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte, gerek Kafkasya’da gerekse Balkanlarda
ortaya çıkan jeopolitik boşluğun nasıl doldurulacağı ve dünyanın bu
bölgelerinde “bütünleştirici” ve “ayrıştırıcı” unsurların ne olacağı tezin ana
konusudur. Ortaya atıldığından beri çokça tartışılan ve atıfta bulunulan bu
tez, ABD’nin yeni dönem stratejileri için bu bağlamda uygulama alt yapısını
oluşturmuştur. Nitekim Huntington’ın sorunlu bölgeler olarak belirlediği
coğrafyalar, ağırlıklı olarak Kafkasya, Orta Doğu, Güney Amerika ve Afrika
gibi petrole sahip veya petrol potansiyeli olan coğrafi mekânlardır. Aynı
zamanda bu bölgeler büyük güçler tarafından sınırları çizilmiş, halkları
birbirine karıştırılmış ve siyasi manipülasyonlara sahne olmuş yerlerdir.
31 Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması, der. Murat Yılmaz
(Ankara: Vadi
Yayınları, 1997), 17-18.
Keza günümüzde Orta Doğu’da yaşanan iç çatışmalar bu formülasyonun
pratikteki yansıması ve bölgeye ABD’nin müdahale edebilmesi için bir
sebeptir. Nasıl ki, I. Dünya Savaşı sonrası -Avrupa merkezli sistemin yerle
bir olduğu dönemde- Wilson prensipleri ülkelerin self-determinasyonunu
savunurken bölgedeki etkinliğini arttıracak müdahale için kendine zemin
hazırlamışsa; bugün de ABD bu tezin teorik altyapısıyla çatışmalar
üzerinden kendi jeopolitiğini ve müdahale gerekçelerini kurgulamaktadır.
Dolayısıyla, petrol başta olmak üzere enerji kaynaklarının birincil önemde
olduğu ve ABD’nin petrol üretimin azaldığı ve giderek petrole bağımlı hale
geldiği32 günümüz dünyasında “enerji”ye sahip ülkelerin yaşadığı
karışıklıklar, geçmişten gelen tarihsel tecrübeler eşliğinde hiç de şaşırtıcı
olmayacaktır.
3. PETROPOLİTİĞİN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDEKİ PRATİĞİ
Petrol sembolik olarak bir enerji kaynağı olsa da, aslında sanayi çağında
ekonomik, askeri ve politik güçlerin kaynağı ve yaşanılan uluslararası
sorunların bazen “gizli”, bazense “aleni” nedenlerinden biridir. Nitekim
uluslararası petrol endüstrisi kendine has dinamiklere sahip, zor bir dengeyi
tutturmaya çalışan sosyal bir sistemdir33 ve bu sistem ulusal ve uluslararası
dinamikleri hatta şirketlerin dinamiklerini bir potada eritirken; sosyoekonomik
ve politik yeni çıktılara dönüştürür. Bu bağlamda, genelde
enerjinin özelde petrolün yerel ve uluslararası boyutları olan ve devletler,
örgütler, şirketler, toplumlar ve hatta bireyler arası çapraz ilişkileri
barındıran transnasyonel bir olgu olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.34
Nitekim petrol endüstrisinin transnasyonal bir sosyal sistem olduğundan
hareketle ve bu sistemin siyasi olay ve olgularına yer verebilmek amacıyla
bu bölüm; “Savaşlar”, “Darbeler”, “Böl-Yönet Stratejisi”, “Havuç-Sopa
Stratejisi” ve “Petrol Ülkelerinin Savunma Kalkanı. OPEC”alt başlıklarından oluşturulmuş ve bölümde petropolitik ekseninde oluşturulan ve uygulanan araçların uluslararası politikadaki çeşitli örneklerine yer verilmiştir.
32 2020’ye gelindiğinde, ABD’nin günlük petrol tüketiminin 7,4 milyon varil artarak
27,5 milyon varile ulaşacağı tahmin edilmektedir; Arı, Irak, İran, 190.
33 Stephen J. Kobrin, “Explanation of Oil Nationalization: Or the Domino Effect
Rides,” The Journal of Conflict Resolution Vol 29 No 1 (1985): 17.
34 Joseph S. Nye, “Energy and Security in the 1980s,” World Politics Vol 35 No 1
(1982): 217.
3.1. Savaşlar
Petrol için yaşanabilecek olayların ne boyuta gelebileceği ve petrolün hangi
sonuçlara neden olabileceği, Winston Churchill’in 1936 yılında İngiliz
Avam Kamarası’nda İngiltere’nin menfaatlerini müzakere ederken sarf ettiği
“Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir”35 sözünden yola
çıkarak düşünülmelidir.36 Zira böylece petrolün günümüze değin yaşanan
birçok savaşın ve meydana getirilen uluslararası politikaların ardındaki
önemli unsurlardan biri olduğu anlaşılabilir. II. Dünya Savaşı öncesinde
söylenen bu sözler, I. Dünya Savaşı’nın nedenini ortaya koymakla birlikte II.
Dünya Savaşı’nın da habercisi niteliğindedir. Nitekim I. ve II. Dünya Savaşı
sırasındaki mücadelede kilit bölge Orta Doğu olmuştur. Orta Doğu’yu bu
kadar özel kılan tarihsel jeopolitik değerinin yanı sıra modern dünyanın en
değerli hammaddesini topraklarında barındırmasıdır.37 Daha da daraltılırsa
modern endüstriyel dünyanın kalbinin Basra Körfezi’nde atıyor olmasıdır.38
35 Karadağ, Petrol Fırtınası, 15.
36 Petrole dair o dönemde siyasilerin yaptığı vurgu; yine Winston Churcill’in “Petrol
alanlarına egemenlik bir varlık şartıdır” cümlesinin yanı sıra, Fransız Başbakan
Clemencau’nun 1917 yılında Wilson’a mektubunda “Bugünkü savaşlarda petrol,
damarlardaki kan kadar zorunlu bir maddedir” yazması ve 1919 yılında İngiltere’nin
galibiyetine dair Lord Curzon’un “Biz zafere, petrol denizini kulaçlayarak ulaştık”
demesi gibi örneklerle çeşitlendirilebilir. Türsan, “Orta Doğu,” 40.
37 Bugün için Orta Doğu dünya petrol rezervlerinin yüzde 65,4’üne sahiptir. Bu
rezerv 1,047 milyar varildir. Mısır, Cezayir, Lübnan ve Tunus rezervleri de
eklenince toplam rezerv Dünya rezervlerinin yüzde 69,6’ına ulaşmaktadır. Orta
Doğu petrollerinin kalitesi oldukça yüksek ve maliyetleri de ucuzdur. Orta
Doğu’nun potansiyel rezervleri ise 252,5 milyar varildir; Abdullah Vural, “ABD’nin
Enerji Hâkimiyet Teorisi ve Büyük Orta Doğu Projesi,” Akademik Orta Doğu Cilt 3
Sayı 2 (2009): 144.
38 Nye, “Energy and Security in the 1980s,” 121-122.
Sonrasında ise yine aynı bölge; Arap-İsrail Savaşı ve akabinde İran-Irak Savaşı ile başlayan, Kafkasya’da Azerbaycan-Ermenistan çatışması ile devam eden, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında Körfez Savaşı’na yol açan ve son olarak da ABD’nin Irak’a girerek Saddam yönetimini devirmesine kadar
uzanan bir dizi savaşa neden olmuştur.39 Bu çerçevede gerek ekonomik
gerekse siyasi güç açısından son derece önemli bir hammadde olan petrol
için ABD’nin kendisine kriz yaratabilecek bölgelerde sert tedbirler almasının
“olağan”lığı, Orta Doğu Yardımcı Sekreteri Robert Pelletreau’nun Nisan
1994’te ifade ettiği şu sözlerle ortaya konabilir:
“Amerikan Başkanları, petrol kuyularına serbest girişi hayati ulusal çıkar olarak tanımlamaktadır ve bu çıkarı korumak için gerekirse Çöl Fırtınası Operasyonu’nda yaptığımız gibi askeri güç kullanırız.”40
Nitekim günümüze değin Irak’ta yaşananlar, petropolitiğin ana
enstrümanlarının tatbik edildiğinin örneklerini yansıtmaktadır. 112 milyar
varillik kanıtlanmış rezervle Suudi Arabistan ve Kanada’dan sonra dünyanın
üçüncü büyük petrol rezervine sahip Irak dünya petrol piyasasının önemli
aktörlerinden biridir.41 Irak aynı zamanda, Arap Yarımadası’ndan Türk
Cumhuriyetlerine kadar uzanan coğrafyadaki petrol ve doğalgaz yataklarının
denetimini ele geçirmek adına stratejik bir konuma sahiptir.42 Irak, bu çift
boyutlu gücünün bedelini ağır ödemiştir. Zira 2003 Irak Savaşı’na kadar
gelen süreçte Irak değişik yoğunluklarda tam yedi savaş ve/veya sıcak
mücadeleyle yüz yüze kalmıştır. Irak’ın kontrolünün ele geçirilmesi adına
ortaya konulan bu savaşlar; koloniyal saldırı dönemi (1914-1918),
İngiltere’nin ülkeyi kolonileştirmesi (1918-1930), İngiltere tarafından tekrar
işgali (1941), İran-Irak Savaşı (1980-1988), Körfez Savaşı (1991),
cezalandırma döneminde düşük yoğunluklu çatışma (1991-2003), Irak
Savaşı (2003) şeklinde sıralanabilir.43
39 Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik (Ankara: Ayraç
Yayınevi, 2003), 468.
40 Rasul Galiev, Petrol ve Politika çev. Fatma Feron (İstanbul: Ar Matbaacılık,
1997), 106-107.
41 Meliha Benli Altunışık, “Irak Savaşı ve Orta Doğu Petrollerinin Ekonomi
Politiği,” Avrasya Dosyası, Yeniden Yapılanan Orta Doğu Özel Sayısı Cilt 9 Sayı 4
(2003): 94.
42 Ünsal Oskay, “Saddam mı Petrol mü? Global Kapitalizmin Rasyonalizasyonu
mu?” Varlık 1147 (2003): 4.
43 James A. Paul, “Oil Companies in Iraq,” Kasım 2003,
Nitekim son Irak Savaşı’nı inceleyen Amerikalılar, bu müdahalenin İsrail’i korumak ve aynı zamanda Irak’ın
geniş petrol sahalarını elde tutmak için olduğunu belirtmekte ve benzer
şekilde Amerika’nın eski Merkez Bankası yöneticisi Greenspan da
hatıralarında Irak sorununun petrol yüzünden olduğunu ileri sürmektedir.44
Nitekim ABD’nin Irak’a müdahalesi aynı zamanda ekonomik ve politik
olarak bölgede Suudi Arabistan’ın tekelinin kırılması, kaynakların
çeşitlendirilmesi, İsrail ve ABD için bölgedeki tehditlerin bertaraf edilmesi
ve bölgenin uluslararası ekonomik sisteme açılması gibi birçok nedeni ifade
etmektedir.45 Özetle, Peter Odell’in daha 1968’de belirttiği gibi petrolsüz
Orta Doğu hiç kuşkusuz bambaşka bir bölge olurdu.46
3.2. Darbeler
Petrol, ülkelerin siyasi olay örgülerine tesir eden bir enerji kaynağıdır.
Osmanlı döneminde Mısır milliyetçiliğinin artmasında bölgedeki egemenliği
açısından Mısır’ı karargâh gören İngiltere’nin faaliyetlerinin rolünün büyük
olması47, Güney Amerika’da petrolün bulunmasına takriben hemen hemen
tüm bölge ülkelerinde –sırasıyla Venezüella, Kolombiya, Nikaragua,
Meksika– darbeler ile yönetimin el değiştirmesi48, böylece Batılı güçlerin bu
ülkelerin petrol imtiyazlarını alması gibi birtakım örnekler söz konusu savı
destekler niteliktedir.
Keza, petropolitik bağlamında yaşanan bu darbeler arasında hiç kuşkusuz
en çarpıcı olanı, İran’da petrolün millileştirilmesi kararının çıkmasının
ardından yönetimin devrilip değiştirilmesidir. II. Dünya Savaşı sonrası
SSCB kaynaklı tehdit algılamaları karşısında İran ABD ile yakınlaşmış ve ABD ülkedeki etkinliğini arttırmaya başlamıştır.
44 Hasan Köni, “Irak’ta Petrolün Efendisi Kim Olacak?” 19 Kasım 2007,
45 Raad Alkadiri and Fareed Mohamedi “World Oil Markets and the Invasion of
Iraq,” Middle East Report 227 (2003), 228.
46 Odell, “The Significance,” 93.
47 Karadağ, Petrol Fırtınası, 87.
48 Karadağ, Petrol Fırtınası,142-165.
Daha önce, SSCB ve
İngiltere arasında ülke petrollerinin imtiyazları Kuzey–Güney olarak her iki
ülkeye dağıtılmıştır. Ancak ABD etkinliğini kullanarak İran Meclisi’nde
Kuzey’i SSCB’ye veren antlaşmayı 1947 yılında hükümsüz ilan ettirmiştir.
1950’li yıllara gelindiğinde İran’da tartışılmaya başlanan petrolün
millileştirilmesi meselesi, İran Başbakanı Musaddık göreve gelir gelmez
Meclis’e taşınmıştır. Bu gelişmeler neticesinde, İran’ın ABD ve İngiltere ile
arasındaki ilişkiler gerginleşmeye başlamıştır. Nitekim Ağustos 1953’de
açıkça Amerikan ve İngiliz istihbarat örgütlerinin organize ettiği bir
darbeyle49 Musaddık iktidardan uzaklaştırılmış ve 1954’de İran petrol
imtiyazı İngiltere ve ABD şirketlerinden oluşan bir konsorsiyuma
devredilmiştir.50 İran örneğinde olduğu gibi, petropolitiğin araçsallaştırılması
bakımından darbeler ve iç siyasete müdahale, birçok petrol sahibi ülkenin
siyasi tarihinde görülen bir süreçtir. Nitekim bu duruma “alışkın” olan petrol
üreticileri ülkeler, OPEC’in oluşturulması aşamasında tedbiri elden
bırakmamış; Venezüella Başkanı yapılacak toplantıya katılım tarihini
herhangi bir tehlikeye karşı ertelemiş ve Irak’ta ise darbe olasılığına karşı
alarma geçilmiştir.51
49 Murat Yetkin, bu darbeyi şu şekilde ortaya koymaktadır: “Kasım 1952’de düğmeye basıldı; Ajax Harekâtı başladı. Amerikan gizli servisi CIA’nin YakındoğuAfrika bölümünün başında bulunan eski ABD Başkanlarından Theodore Roosevelt’in torunu Kermit, harekâtı Tahran’da üslenerek yönetti. CIA’in 1 milyon dolar ve İngiliz gizli Servisi MI6’nın 10 bin pound -evet sadece o kadar- ayırdığı bütçe ile kiralanan Şah yanlısı aşiret mensupları kamyon ve otobüslerle şehir merkezine taşınarak başbakanlık ‘halk kitlelerince’ kuşatıldı. Şah’ın emrindeki ordu, başbakanlığı topa tuttu ve 19 Ağustos 1953’te Musaddık böylece devrildi.” Murat Yetkin, “İran, İran,” Radikal Gazetesi, 21.06.2009.
50 Fatih Özbay, “Realpolitik, Pragmatizm, Ulusal Çıkarlar ve Nükleer Program Ekseninde Dünden Bugüne Rusya-İran İlişkileri,” Satranç Tahtasında İran, ed. Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı (İstanbul: TASAM Yayınları, 2007), 161.
51 Daniel Yergin, Petrol: Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, çev. Kamuran Tuncay (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995), 603.
3.3. Böl-Yönet Stratejisi
Sanayileşme çağında petrolün enerji kaynağı olarak uluslararası sisteme
yerleştiği dönemden itibaren, büyük güçler onu elde etmek için mücadeleler vermişlerdir. Bu hedef dahilinde uyguladıkları en bilinen uluslararası
politika araçlarından biri de “böl-yönet strateji”sidir. Nitekim Osmanlı
İmparatorluğu’nun parçalanması sürecinde Batılı devletler tarafından
uygulamaya konulan bu strateji, Orta Doğu’nun cetvelle çizilmişcesine
meydana getirilen sınırlarla birçok küçük ülkeye bölünmesine neden
olmuştur. Böylece, büyük bir boşluğun doldurulması yerine küçük küçük
parçaların tek tek hâkimiyet alanına dâhil edilerek resmin bütünündeki
büyük boşluğun doldurulması sağlanmıştır. Etki alanı dar ve dışa bağımlı
küçük bir ülkenin petrol imtiyazının elde edilmesi ve sürekliliğin
sağlanması, büyük ve “güçlü” olma potansiyeline sahip bir ülkenin enerji
kaynaklarının yönetilmesinden daha kolaydır. Nitekim Milliyet Gazetesinde
28-29 Mayıs 1991’de yayınlanan Bülent Ecevit’in Saddam Hüseyin ile
röportajında Saddam Hüseyin’in sözleri bu durumu açıklar niteliktedir:
“ABD, Suudi Arabistan’ın dostu, değil mi? Evet. Öyleyse neden Suudi Arabistan’ın etrafında petrol devletleri kurdu? Neden onların büyük devlet olmalarını kolaylaştırmadı? Çünkü petrolü dağıtmak istiyorlar. Petrol bölgelerini büyük halklara bırakmak istemiyorlar. Bunu niye yapıyorlar? Eğer petrol bölgesini küçük devletler haline getirirlerse, o zaman petrol dahil her şey kendi kontrollerinde olur. İşte Amerika’nın hesabı bu. İngiltere ve Fransa bile bunu amaçlıyor.”52
3.4. Havuç-Sopa Stratejisi
“Petrol enerjidir; enerji para, para kontrol, kontrol ise güçtür. Yanlış ellerdeki petrol, paranın boşa harcanması, kontrolün bozulması, gücün tehdit edilmesi anlamına gelir.”53
Bu bakış açısıyla petrol konusunu “birincil” derecedeki güvenlik
algılamaları arasında gören ABD, petrole sahip ülkelere uygulayacağı
uluslararası politikalarda ülkelerin durumlarına göre çeşitli stratejiler geliştirmiştir.
52 Suat Parlar, Barbarlığın Kaynağı Petrol (İstanbul: Anka Yayınları, 2003), 601.
53 Edward Friedland, Paul Seabury, Aaron Wildavsky, “Oil and the Decline of
Western Power,” Political Science Quarterly Vol 90 No 3 (1975): 437.
Irak’a uygulanan ambargo ve İran’ın uluslararası sistemden
tecrit edilmeye çalışılması gibi örnekler bu çerçevede sopa politikaları olarak
sunulabilirken, ABD ile eşgüdümlü hareket eden petrol ülkeleri de çeşitli
yollar ile ödüllendirilebilmekte ve dolayısıyla bu ülkelere havuç stratejisi
izlenmektedir.
Bu durum, Suudi Arabistan ve Irak örneğiyle de somutlaştırılabilir.
Dünya petrol rezervlerinin ilk üçünde yer alan bu iki ülke ABD için
yaşamsal öneme sahiptir. Bu bağlamda, söz konusu ülkelerden “yaramaz
çocuk” olan Irak sopa politikalarıyla cezalandırılırken, “uslu çocuk” olan
Suudi Arabistan koruma ve kollama altına alınmıştır. Buradan hareketle,
Kuveyt’i işgal eden ve Suudi Arabistan için de tehdit kaynağı olan Irak
ehlilleştirme yoluna gidilmiştir. Nitekim CIA’in 4 Ağustos 1994 tarihli
raporunda 100,000 kişiden oluşan bir askeri güce sahip Irak’ın, 1000 kişiden
az askeri güce sahip olan Suudi Arabistan için tehdit unsuru teşkil ettiğine
yer verilmiştir.54
3.5. Petrol İhraç Eden Ülkelerin Savunma Kalkanı: OPEC
Petrol şirketleri, uluslararası iktisadi ilişkileri biçimlendirmede de rol
oynayacak olan OPEC’in 1960 yılında doğuşuyla tek yanlı fiyat indiriminin
bir hata olduğunu anlayarak, karar almadan önce bir kez daha düşünmeyi ve
geri adım atmayı öğrenmişlerdir.55 Ancak yine de bu kurumun etkinliğini
çok da ciddiye aldıkları söylenemez. OPEC, petrol ülkeleri tarafından
petrolün uluslararası ekonomi – politik sistemdeki rolünü kendi hanelerine
bir artı olarak döndürme, bir baskı unsuru oluşturma ve/veya kendilerini
koruma amaçlarından doğmuştur. Ayrıca Arap ülkeleri, sahip oldukları bu
enstrümanı İsrail ve tarafındaki ülkelere karşı bir baskı unsuru olarak
kullanmak istemişlerdir.56
54 Robert J. Lieber, “Oil and Power after the Gulf War,” International Security Vol
17 No 1 (1992)
55 Yergin, Petrol: Para, 603.
56 Charles Zorgbibe, Körfez’in Tarihi ve Jeopolitiği (İstanbul: İletişim Yayınları,
1992), 45; İsmet Giritli, “Dünya’da Petrol ve Türkiye,” İstanbul Üniversitesi Hukuk
Dakültesi Mecmuası 3-4 (1976)
OPEC’in siyasi ve ekonomik bir baskı aracı haline getirilmesi durumu,
petrole bağımlı ülkeler için ek bir uluslararası risk gündeme getirmiştir.
Ancak petrol üreticisi ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar bu ülkelerin
beraberliklerini tehdit ederken, petrol tüketicisi ülkeler ise ortak bir
stratejiyle gelişmelere karşılık vermeye çalışmışlardır. Bu bağlamda her iki
yapılanmanın da bu büyük petrol denkleminde uluslararası sistem açısından
politik ve hukuki bileşenlerden ziyade, ekonomi endeksli devlet
stratejilerinden meydana geldiği söylenebilir.57 Burada her iki tarafın
ekonomik olarak karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde bulunmasının, durumun
uluslararası sistemin aktörleri tarafından idrak edilmesinde önemli payı
vardır. Zira 1972 yılındaki dünya petrol krizinde varil fiyatı 2 dolardan 34
dolara çıkınca petrolün dünya ekonomisindeki konumu merkezileşmiştir.58
Dolayısıyla 1973 yılında yaşanan petrol şokundan sonra59 bazı analistler,
hammaddelerin ekonomik güç olmanın temelini oluşturduğunu
yorumlamaya başlamışlardır.60
57 Zorgbibe, Körfez’in Tarihi, 46.
58 Şeref Sabuncu, Yüzyılın Son Petrol Savaşı, yay. haz. Murat Sabuncu (İstanbul: Elya Yayıncılık, 1998), 7.
59 16 Ekim 1973’te –Arap-İsrail Savaşı’ndan 10 gün sonra– OPEC’in 6 Körfez ülkesi Kuveyt’te toplanmış ve petrolün fiyatının %70 oranında arttırılmasına karar vermişlerdir; Yusif A. Sayigh, “Arab Oil Policies: Self-Interest versus International Responsibility,” Journal of Palestine Studies Vol 4 No 3 (1975): 59.
60 Nye, “Energy and Security in the 1980s,” 222.
SONUÇ
21. yüzyılda uluslararası ilişkiler ve devletlerin dış politika stratejileri
açısından ana belirleyici unsurlardan birisi de enerji kaynaklarıdır. Enerjiye
bağımlılık, ülkelerin dış güvenlik yaklaşımlarının şekillendiricilerinden
biridir. Bu bağlamda ülkelerin uluslararası hamle ve aksiyonlarını; enerjiye
sahip olma, enerji lojistiğinin güvenliğini sağlama ve dünya enerji
kaynakları üzerinde denetim kurma dürtüsü ile belirledikleri söylenebilir.
Nitekim bugün bir önceki yüzyılın petrol açısından gündemin bir numaralı
maddesi olan Orta Doğu, yerini petrol ve doğalgaz rezervleriyle 21. yüzyılın
en tartışmalı bölgelerinden biri olan Hazar bölgesine bırakmıştır. Orta Doğu’da petrol için egemenlik mücadelesi devam ederken uluslararası
jeopolitik hamleler Hazar bölgesinde de hız kazanmıştır.61
Görüldüğü üzere devletler enerji güvenlikleri -ki günümüzde güvenlik
yaklaşımları bağlamında enerjiye sahip olmak kadar, enerji lojistik
hatlarında bulunan bir ülke olmakta önemlidir- açısından stratejiler, ittifaklar
ve hatta güç mücadelelerinin dayanak noktasını oluşturacak teoriler
geliştirmektedirler. Bugün dünyanın tüm sorunlu ve dış müdahaleye açık
bölgelerine baktığımızda, karşımızda aslında onlar için artıya dönüşmesi
gereken yer altı zenginliklerini ve/veya enerji kaynaklarını görmek
mümkündür. Nitekim iç savaşlarla kırılan Kongo, uranyum madenleri;
yaşadığı savaşların ardından fiili olarak üç parçaya bölünmüş Irak ise petrol
rezervleri üzerine kuruludur. Bu örnekler çoğaltılabilir ve her bir ülkenin
tarihine bakıldığında, petropolitiğin –ki bu kavram sadece petrolü
yöneten/yönlendiren ülkeler için bir anlam ifade etmektedir– siyasi, iktisadi
ve toplumsal yapılar üzerinde ne denli etkili olduğu görülür. Enerjiye
bağımlılığın bu denli arttığı günümüz dünyasında, özelde petrol genelde ise
tüm enerji kaynakları için geliştirilen uluslararası politikaların da
çeşitlenerek, tıpkı daha öncesinde olduğu gibi yeni teorilerle
yapılandırılacağı öngörülebilir.
61 Coğrafya ve politikanın ne denli içe içe geçebildiği Karadeniz’e ve Volga Nehri
ile Baltık Denizi’ne bağlanan özel bir konuma ve oldukça zengin doğalgaz ve petrol
yataklarına sahip Hazar’ın statüsüne ilişkin uluslararası sistemde yaşanan güncel
tartışmalardan da anlaşılabilir. Nitekim Soğuk Savaş sonrası büyük oyunun ikinci
sahnesi dünya ekonomisi için büyük öneme sahip Hazar üzerine kurgulanmaktadır.
Daha detaylı bilgi için bknz; Kamyar Mehdiyoun, “Ownership of Oil and Gas
Resources in the Caspian Sea,” The American Journal of International Law Vol 94
No 1 (2000): 179-189.
KAYNAKÇA
Alkadiri, Raad ve Fareed Mohamedi. “World Oil Markets and the Invasion
of Iraq.” Middle East Report 227 (2003).
Altunişik, Meliha Benli. “Irak Savaşı ve Orta Doğu Petrollerinin Ekonomi
Politiği.” Avrasya Dosyası, Yeniden Yapılanan Orta Doğu Özel Sayısı
Cilt 9 Sayı 4 (2003).
Arı, Tayyar. Irak, İran ve ABD (Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya).
İstanbul: Alfa Yayınları, 2004.
Aybars, Ergün. “Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan
Türkiye.” İçinde Askeri Tarih Semineri Bildirileri I. Ankara:
Genelkurmay Basımevi, 1996.
Berreby, Jean Jacques, Le Golfe Persique. Paris: Payot, 1959.
Forbes, R. J. Studies in Early Petroleum History. Leiden: E. J. Brill, 1958.
Friedland, Edward, Paul Seabury, Aaron Wildavsky. “Oil and the Decline of
Western Power.” Political Science Quarterly Vol 90 No 3 (1975).
Galiev, Rasul. Petrol ve Politika. Çeviren Fatma Feron. İstanbul: Ar
Matbaacılık, 1997.
Giddens, Anthony ve Pierson Christopher. Modernliği Anlamlandırmak.
Çeviren Serhat Uyurkulak, Murat Sağlam. İstanbul: Alfa Yayınevi,2001.
Giritli, İsmet. “Dünya’da Petrol ve Türkiye.” İstanbul Üniversitesi Hukuk
Dakültesi Mecmuası 3-4 (1976).
Heykel, Muhammed. 3. Petrol Savaşı: Körfez Savaşı’nın Perde Arkası.
Çeviren Ahmed Asrar. İstanbul: Pınar Yayınları, 1993.
Huntington, Samuel. Medeniyetler Çatışması. Derleyen Murat Yılmaz.
Ankara: Vadi Yayınları, 1997.
Karabulut, Bilal. Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik. Ankara: Platin Yayınları,
2005.
Karadağ, Raif. Petrol Fırtınası. İstanbul: Emre Yayınları, 2003.
Kobrin, Stephen J. “Explanation of Oil Nationalization: Or the Domino
Effect Rides.” The Journal of Conflict Resolution Vol 29 No 1 (1985).
Köni, Hasan. “Irak’ta Petrolün Efendisi Kim Olacak?” 19 Kasım 2007.
Lieber, Robert J. “Oil and Power after the Gulf War.” International Security
Vol 17 No 1 (1992).
Mehdiyoun, Kamyar. “Ownership of Oil and Gas Resources in the Caspian
Sea.” The American Journal of International Law Vol 94 No 1 (2000).
Nye, Joseph S. “Energy and Security in the 1980s.” World Politics Vol 35
No 1 (1982).
Odell, Peter R. “The Significance of Oil.” Journal of Contemporary History
Vol 3 No 3 (1968).
Oskay, Ünsal. “Saddam mı Petrol mü? Global Kapitalizmin
Rasyonalizasyonu mu?” Varlık 1147 (2003).
Özbay, Fatih. “Realpolitik, Pragmatizm, Ulusal Çıkarlar ve Nükleer Program
Ekseninde Dünden Bugüne Rusya-İran İlişkileri.” İçinde Satranç
Tahtasında İran. Editör Kenan Dağcı, Atilla Sandıklı. İstanbul: TASAM
Yayınları, 2007.
Özlük, Erdem. “Orta Doğu İstisnacılığı: Sömürünün Yeni Keşif Yolu.”
Akademik Orta Doğu Cilt 2 Sayı 1 (2007).
Parlar, Suat. Barbarlığın Kaynağı Petrol. İstanbul: Anka Yayınları, 2003.
Paul, James A. “Oil Companies in Iraq.” Kasım 2003.
Penrose, Edith. “International Oil Companies and Goverments in the Middle
East.” İçinde The Politics of Middle Eastern Oil. Editor J. E. Peterson.
Washington: Middle East Institute, 1983.
Peterson, J. E. “Competing Superpower Interests in the Gulf.” İçinde The
Politics of Middle Eastern Oil. Editor J. E. Peterson. Washington: Middle
East Institute, 1983.
Sabuncu, Şeref. Yüzyılın Son Petrol Savaşı. Yayına Hazırlayan Murat
Sabuncu. İstanbul: Elya Yayıncılık, 1998.
Saltıkgil, Haluk V. “Dünya’da ve Türkiye’de Petrol: Ateşe Tapanlardan
Petrole Tapanlara.” Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 28 (1970).
Sayigh, Yusif A. “Arab Oil Policies: Self-Interest versus International
Responsibility.” Journal of Palestine Studies Vol 4 No 3 (1975).
Sloan, Geoffrey. “Sir Halford J. Mackinder: Geçmişten Günümüze Kalpgâh
Kuramı.” İçinde Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. Editör Colin S. GrayGeoffrey
Sloan. Ankara: ASAM Yayınları, 2003.
Sumida, Jon. “Alfred Thayer Mahan, Jeopolitisyen.” İçinde Jeopolitik,
Strateji ve Coğrafya. Editör Colin S. Gray-Geoffrey Sloan. Ankara:
ASAM Yayınları, 2003.
Tarakçı, Nejat. Devlet Adamlığı Bilimi: Jeopolitik ve Jeostrateji. İstanbul:
Çantay Yayınları, 2003.
Petrolün Uluslararası İlişkilerdeki Yeri:
Jeopolitik Teoriler ve Petropolitik
85
Bilge Strateji, Cilt 2, Sayı 3, Güz 2010
1 Yorumlar
Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil