Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat



Yaşananları Nasıl Yorumlamalı?



Hanefi Avcı

Türk Bürokrat ve Polis Amiri 
 
Bir ülkede gücü eline geçiren herkes devletin imkanlarını da kullanarak rakibine haksız, hukuksuz saldırılar yapmaya kalkarsa, bu ülkede huzur ve güvenlik olamaz. Saldıranlar suçluysa, bilmelerine rağmen ikbal uğruna bu yanlışlığa, karşı koymayanlar iki kat suçludur. Ülkemizde herkesin gönlünce yaşayacağı bir ortamı sağlamak mecburiyetindeyiz, bunu ancak hukuk, demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi değerlere sahip çıkarak sağlarız. Güçlü olanın değil, hukukun hakim olduğu bir sisteme ihtiyacımız var.  

Gülen cemaatinin ya da militarizmin hukuku değil, evrensel hukukun uygulanması gerekir. En kötü kanun bile keyfilikten çok daha iyidir, o açıdan cemaatin uygulamalarının asla fayda getirmeyeceğine herkes inanmalıdır. Herkesin hukuku kullanarak birbirine pusu kurduğu bir ülke yaşanmaz olacaktır. Dolayısıyla militarist kesimler, kendi ideolojilerine göre hukuku yorumlayanlar, Yargıtay ve Danıştay, hakim ve savcılar ile gizli kumpas kurup, kendi saray entrikaları çerçevesinde hukuku kullanmak isteyenler aynı entrikanın benzerinin kendilerine ve yandaşlarına uygulandığını görünce gerçek hukuka her zaman ve herkesin ihtiyacı olduğunu öğrenmiş olmalılar. 

Ülkenin düzelmesi, huzur ve güven ortamının sağlanması herkesin fedakar davranmasıyla gerçekleşir. Herkes şahsi olarak gerekli fedakarlığı yapmalı, hukuka saygılı olmalı, yanlışlıklara karşı koymalıdır. Yoksa bu gidişin geleceği hiç aydınlık değildir. Bu ülke çok badireler atlattı, bu olayların benzerlerini çok yaşadık, bir şey olmaz diyenlere yanıtım, daha önce bu türden tehlikelerin atlatılmasının mevcut sorunların da kolayca atlatılacağı anlamına gelmediği olacaktır. Haliç'te Yaşayan Simonlar. Dün Devlet, Bugün Cemaat adlı kitabımda devlet kurumlarının kof olduğunu, basit sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını anlatmaya çalıştım. Gülen cemaatinin birkaç adamının çalışması sonucu her şeyin yerle bir olduğunu, koca devletin içten içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz hale dönüştüğünü, bu durumun farkında olan devlet görevlilerinin buna karşı durmadığını anlattım. Bir grup koca bir devleti teslim aldı. Kimse devlet gücünü kullanan bu kişilere dur diyemedi. Birkaç cemaat imamı devlet yetkilerini gasp etti.  


Kanunsuz Dinlemeler 

Bu kadar hakim ve savcının, hele il savcılarının sudan nedenlerle dinlenmesi, “Ergenekon örgütü iddiaları ile dinledik, adalet müfettişleri istedi vs” denerek öyle kolayca geçiştirilecek bir şey değildir. Hiç kimse de bu konuyu böyle kabul etmemelidir. Sayısız devlet yöneticisi ve sivil şahısların kanunsuz şekilde isimsiz ve başka adlarla dinlenmesi çok ciddi bir suçtur. En azından suç işlemek için örgüt kurmak suçunu teşkil eder. Bunu gerçekleştiren polisler ve buna karar veren adalet müfettişleri ile karara bilinçli katkı sunan savcı ve hakimler hakkında ciddi davalar açılması gerekir. Hiç kimse bu olayları: “Bazı müfettişler ve hakimler yanlış karar vermiş, münferit olaylar” diyerek geçiştiremez, bunlar hukuki işlem değil, Gülen cemaatinin faaliyetleridir. Hukuka aykırı olarak ne kadar kişinin dinlenip izlendiği tam olarak bilinmemektedir.  Aldığım duyumlara göre tahminlerin ötesinde birkaç bin kişi bu şekilde dinlenmiştir.  


Devleti Kim Yönetiyor? 

Gördüğüm manzara korkunç; kadrolu devlet adamları devleti yönetememiştir, Emniyet Genel Müdürü, hatta İçişleri Bakanı haklı olduğunu bildiği bir kişiyi, doğruluğundan emin olduğu bir olayı ya da davayı savunmamıştır. Operasyon ve faaliyetleri Emniyet Genel Müdürlükleri yapmıyordu, bu durum daha vahimdi. O zaman bu teşkilatı kim yönetiyordu? İşte en büyü soru bu. Bundan daha önemlisi de ortada görünen yöneticilerin bu duruma nasıl ve neden müsaade ettiğiydi. Bu kamu gücünü kimler gasp etmiş kullanıyor, gücün sahibi olması gerekenler ellerindeki gücü gasbına neden ses çıkarmıyor, güçlerini geri almak için çabalamıyorlardı? Bu nasıl bir anlayış ve nasıl bir devlet adamlığı idi? Bu duruma bakıp da zihinsel ve ruhsal dengeyi kaybetmemek mümkün değildi.  

Tüm teşkilatın, hatta devlet yöneticilerinin yetkilerini gasp eden kişilere karşı kılımız kıpırdamıyordu. Bu işe karşı çıktığımda bunun bedelinin ne demek olduğunu biliyordum, kimsenin anlayamayacağı kadar ağır olacağının, hayatımın zorlaşacağının, cehennemin bu dünyada tattırılmaya kalkılacağının farkındaydım. Bu daha önce bilinenlere benzemeyecek, onu da biliyordum. Fakat bedeli ne olursa olsun buna karşı çıkacaktım; ikiyüzlü olmadım, yanlışı kim yapıyorsa yapsın yanlıştır anlayışıyla tüm bu yapılanların karşısında durmaya çaba gösterdim. 


Ne Yapılabilir? 

Maalesef bu gruba karşı çıkmak çok kolay değil. Bir anlamda Fethullah Hocanın insafına kalınmıştır. “Çok abartıyorsun, bir iki cemaat mensubu kamudaki görevlerinden alınır ve sorun çok kolay halledilir” diye düşünenler, cemaati tanımadıklarından, cemaatin elindeki bilgilerin mahiyetini bilmediklerinden ve en gizli yerlere kadar sızmış cemaat mensuplarının neler yapacağını anlayamadıklarından durumun ciddiyetini düşünemiyorlar. Bugün adları duyulan, cemaatin hedeflerine uygun hareket eden kamudaki polis, hakim ve diğer yöneticilerin aslında cemaat açısından hiç önemli olmadığı, hepsinin bir anda değişmesinin hiçbir şey ifade etmeyeceği, asıl gizli kalmış, en mahrem yerlere sızmış hatta ters düşünce ve fikirde olduğu zannedilen cemaat elemanlarının ne olacağı önemlidir. Öncelikle istihbarı dinlemeler ciddi olarak araştırılmalı, kişileri tehdit ve şantaj amaçlı kanunsuz olarak dinleyenler tespit edilmeli, yapılan dinlemeler belirlenmeli, ortaya çıkarılmalı, kimlere tuzak kurulmak istendiği belirlenmelidir. Tahminlerin üzerinde pervasızca insanlar dinlenmiş ve bu dinlemeler tamamen Gülen cemaatinin kontrolünde yapılmış, çıkarı için kullanılmıştır. Bugüne kadar kime tuzak kurulduğu, kimlerin şantaja hedef olduğu, kimlere sahte ihbarlar ile leke atıldığı, iftira edildiği belirlenmeli, onlardan hesap sorulmalıdır. 

Böylece başta Emniyet Müdürlüğü olmak üzere bazı devlet kurumlarına sızan Gülen cemaatinin devlet imkanlarını kullanmış olduğu çıkarılabilir, sahte yazılan raporlar, tutanaklar tespit edilebilir. Sistemin bu kadar bozulması, başta Gülen cemaati olmak üzere hükümet dahil kimseye fayda getirmez. Özel yetkili mahkemelerin tüm hakim ve savcıları değiştirilmelidir. Bu sağlanmadan Gülen cemaatine karşı olan hiç kimsenin özgürlüğü güvencede olamaz. Uzun süreden beri Gülen cemaati, sistemin hassasiyetini kullanıp son 67 yıl içerisinde  özel yetkili mahkemelere belli oranda cemaate mensup hakim ve savcıları yerleştirmiştir.  Özel yetkili mahkemelere son 7-8 yıl içinde atanan tüm savcı ve yargıçlar hemen değiştirilmelidir, mevcut kadro ile adalet mümkün.  Bu mahkemelerin verdiği kararlar ve Emniyet Müdürlüğü içerisindeki cemaat yanlısı polislerin kullandığı dinleme ve izleme imkanları denetlenmezse, ülkedeki tüm muhalifler, hatta özel şirket ve holdingler için tehlike çok yakındır. Bunun hoş görülecek tarafı da kalmamıştır. Adalet Bakanlığında Gülen cemaati taraftarı olduğu herkesçe bilinen müfettişler bu görevlerden uzaklaştırılmalıdır. Gülen cemaatinin istediği gibi karar vermeyen her hakim ve savcı aleyhinde oluşturulan kampanyalar utanç verici olmuştur. 

Karşı karşıya olduğumuz durum, hukuken yanlış yapılan birkaç işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya birkaç hakim ve savcının hukuku yanlış uygulaması veya taraflı davranışı değildir. Olay bir örgütü, Gülen cemaatinin devlet içerisindeki elemanları aracılığı ile yürüttüğü örgütsel bir faaliyet olmuştur. Karşımızdaki kişiler polis, hakim ve savcı değil, örgütün/cemaatin elemanlarıydı. Devletin hukukunu değil, Gülen cemaatinin talimatlarını yerine getirmekteydi. Basına el altından sızdırılan bilgilerle ve fısıltı halinde yayılan dedikodularla bir kamuoyu oluşmuştur. Gülen cemaatinin dört koldan başlattığı propaganda karşısında hedef olan hakim, savcı ve polislerin  tek tek kendilerini koruma ve savunma imkanları yoktu. Devlet bu kişileri korumalı, kendilerini savunmaları icin imkan vermeliydi. Bugün bu olayları engellemesi mümkün olmasına rağmen yeterince karşı çıkmamış olanlar şunu bilmelidirler ki, kendileri hakkında da  cemaat tarafından arşivlenen bilgiler bir gün aynı şekilde el altından basına verilecektir. 



Cemaat'in İflası 


17 Aralık 2013 tarihinde başlatılan operasyonun amacının yolsuzluğu ortaya çıkarmak değil darbeyle iktidarı ele geçirmek olduğu açıktır. Evet, ortada bir yolsuzluk olabilir, hatta gerçeği ortaya çıkarılandan da büyük olabilir ama Cemaat, bunun bir kısmını düzenlediği sahte belgelerle başka yere çekmiş, büyütmüş de olabilir. Şuna çok eminim ki Cemaat’in hiçbir zaman yolsuzluğu önlemek gibi bir hedefi olmadı. Geçmişte hep yolsuzlukların yapılmasına destek olduklarını, yolsuzluğu çözmeye kalktığımızda Cemaat’in bunu engellediğini biliyorum, bende belgeleriyle sabittir. AKP yöneticilerinin adının karıştığı büyük yolsuzluk operasyonunda bizi Cemaat mensupları hükümete yalan ve iftiralarla ihbar etti. Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığından (KOM) 2005’te bizler giderken Mali birimde görevli olup da KOM’da kalan amirlerin hepsi 17 Aralık sonrası paralel yapı mensubu ve taraftarı olmaktan görevden alındılar. Bu da açıkça gösteriyor ki o gün başladığımız yolsuzluk operasyonunda bize mani olan ve karşı duranlar Gülen Cemaati üyeleri idi.  

Ayrıca Cemaat’in ne kadar delil uydurduğunu, nasıl kumpas kurduğunu yaşadığım davalardan ve takip ettiğim Balyoz, Ergenekon gibi davalardan da biliyorum. Ortaya koyduklarının yeniden incelenmesi, sahte ile gerçek ayıklanarak soruşturulması ve araştırılması gerektiğini savunuyorum.  

Cemaat, Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere tüm illerde kendisine engel olacakları bertaraf etmek ve hedefine koyduğu makamları boşaltmak için Emniyet’teki elemanları ile yargıdaki ve diğer kurumlardaki elemanlarının koordineli çalışmasıyla karalama, ihbar, komplo yöntemlerini kullanarak herkesi görevden aldırıp, bu makamları işgal etti. Bu girişimlerinin hepsi de belgelidir. İDB’de hakimiyetini kuran Cemaat, ülke genelinde istihbarı faaliyetler yapıyor, dinliyor ve izliyordu. Organize suçlar, örgütlü suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı soruşturmalarının hepsinden haberdar olan KOM’u da zamanla ele geçiren Cemaat yaptığı ayıklamayla  yönetici mevkilerine kendine yakınları olanları getirmiştir. 

17 Aralık 2013’ten hemen sonra, bu kişiler Cemaat mensupları oldukları için görevlerinden alınmışlardır. Zaman içerisinde Emniyet Genel Müdürlüğünde de Cemaat’in otoritesini geçerli olmuştur.  Bu gücü gören herkes ona göre tavır almış, Cemaat politikalarının karşısına çıkmamış, ona yakın durmaya, her istediklerini yapmaya çalışmıştır. Kendilerinden olmayanlar teker teker sürülürken, tahkikatlara uğrayıp görevden alınırken. Cemaat mensupları adım adım yükselerek kritik yerleri tutmaya ve önemli merkezleri ele geçirmeye başladılar. Emniyet İstihbarat Merkezi ve KOM Dairesinin teknik telefon dinleme imkânları ve telefon analiz kayıtlarıyla kişilerin irtibatlarını inceleyerek, başka kurumlarda atanacak olanlar hakkında önemli bilgiler topladılar. Kendi adamlarını önemli ve kritik görevlere getirilen Cemaat, gücünü pekiştirdi. Her tarafa hakim olmaya başladı. 17 Aralık 2013’ten sonra benim 2010  yılında „Haliç'te Yaşan Simonlar“ kitabımda söylediklerimin tamamının doğru olduğu anlaşıldı. 

Cemaat’in eskiden beri yargıyı ele geçirmeyi hedeflediği bilinen bir şeydir. Kasım 2002 seçimlerinden sonra hükümletin desteğini de alarak, bir yandan yargıda kadrolaşmaya çalıştılar. Cemaat ilk önce DGM'lerde kadrolaşmıştı. Daha sonraki yıllarda, hükümetin de desteğiyle isteklerine olumlu cevap vermeyen hakim ve savcıların görevden alınmalarını sağlamıştır. Eylül 2010 sonrasında hükumetinde desteğiyle ÖYM’lerde hakimiyet kurdu, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine çok sayıda kendi mensubunu seçerek buralarda etkinlik sağladı.  Artık her yerde güçlenen Cemaat, polis, (Özel Yetkili Mahkemeler) ÖYM, Hakim ve savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve yüksek yargıdaki elemanlarını diğer kamu kurumlarındaki elemanlarıyla da destekleyerek yargıda mutlak güç haline geldi. 

Kendisini engelleyecek, geri adım attıracak kimseyi görmeyince yargıdaki elemanlarını kullanarak diğer kurumlarda istemediği kişileri veya tümden kurumları hedef alarak hareket etti. Sonunda bu güçlerine o kadar güvendiler ki, hukuku, kanunu her şeyi bir yana bırakarak tüm toplumu susturmayı, toplum üzerinde otorite olmayı denediler. En sonunda yargıdaki elemanlarını kullanarak hükumetle mücadeleye kalktılar. Türkiye’deki köşe başlarını dinlemek suretiyle ülkedeki bilginin merkezine sahip olmak istediler. Bundan dolayı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) üyelerini, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyelerini, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurumunu (BDDK), Merkez Bankasını, bakanlıkları, komutanlıkları, tüm dini cemaat ve tarikat liderlerini, basın yöneticilerini, holding patronlarını ve toplumda önemli bilgi kaynağına sahip kişileri/kurumları dinleyerek her konu hakkında bilgi sahibi oldular. Bu bilgileri Gülen Cemaati’ne taşıyarak toplumda neler düşünüldüğü, neler olacağı, önümüzdeki dönemin gelişmeleri hakkında bir Cemaat hareket tarzı oluşturdular ve ona göre davrandılar.  Cemaat telefon dinlemeleriyle elde ettiği bilgileri aynı zamanda hükümete karşı olan kesimlerle ittifak yapmak için kullanıyordu. Hükümetin büyük holdingler ve gazete patronları hakkındaki düşüncelerini bizzat bu holding ve basın patronlarına taşıyarak, onları yanlarına çekmek, ittifak yapmak ve hükümete karşı birlikte hareket etmek için ustaca kullandığı anlaşılıyordu. Değişik yöntemlerle kanunda belirtilen tüm sınırları aşarak, insanları istedikleri zaman, istedikleri kadar dinlediler. Biz mahkeme kararı almadan, özel cihazlarla cep telefonları dinlemeleri yaptıklarını da biliyoruz. Evlere, iş yerlerine, kurumlara böcek yerleştirerek, birçok kişiyi ve makamı dinlediler. Bu dinlemeler görev adına, devlet adına değil Cemaat adına yapıldı. Hukuka aykırı tüm dinlemeler, bir grubun görevlilerinin işbirliği içinde sistemli ve sürekli yapılmıştır.  

Gülen Cemaati tüm siyaseti ve Türkiye'nin idaresini kendine göre dizayn etmek ve onun içinde rol alan insanları gerektiği zaman, gerektiği şekilde tehdit edebilmek, belki yönlendirebilmek için her zaman bilgi toplamış ve bu bilgileri ileride kullanmak için elinde tutmuştur.  Şu an Emniyet’in bütün birimlerinin, Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) ve tüm devlet kurumlarının arşivlerinin bir sureti Cemaat’in elinde ve denetimindedir.  Ve bu ülke güvenliği açısında çok büyük bir tehlikedir. Cemaat’in devlet içinde devlet olurken yargıyı kullanmıştır.  En çok da yargıyı ve hukuk sistemini bozmuştur. Bu ancak hukuk yöntemiyle durdurulacak, bozulan sistem yine yargı kanalı ile düzeltile bilecektir. Yeni oluşturulan Yargıda Birlik Platformu, Gülen Cemaatinin yargıda yaptığı tahribatı en iyi kavrayan kişilerden oluşan, yargıyı kendine ait yöntemleri kullanarak düzeltebilecek en ideal yapı olarak görülmektedir. Cemaat görülmeyen, ancak herkese dokunan, bakınca gözle görülemeyen, faaliyetleri ile fark edilebilen, yurt dışı bağlantılı derin bir yapıdır. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar