Okültizm
Okültizm kelimesinin Türkçe karşılığı "gizlibilim, gizlicilik" olarak ifade edilmektedir. Gizli bilimler denilince, eski geleneğin devamını sağlayan ezoterik (batınî) doktrin anlaşılmaktadır.
Okültizmin daha iyi anlaşılabilmesi için, onun nasıl oluştuğunun bilinmesinde yarar vardır. Geçmiş zamanların büyük düşünürleri, fikirlerini mükemmelleştirmek amacıyla, dünyamızda doğmuş büyük uygarlıklardan ve özellikle de Eski Mısır gizemlerinden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Bu antik çağ uygarlıklarında bilim, başlıca iki ana kısma ayrılırdı:
1- Fiillere dayanan maddî kısım;
2- Prensiplere dayanan fikrî kısım.
Bu ikisi arasında birinden diğerine geçiş niteliğinde sayısal bir kısım vardı ki, bu da "Kanunlar"a dayanırdı. Görülüyor ki, her bilimin bir fizik, bir metafizik ve bir de matematik kısmı vardır. Metafizik kısım olmadan, bilim, ölü şeylerin sayılması olurdu. Metafizik, tüm bilimlerin canlandırıcı ruhu idi. Buna karşılık fizik kısım da olmasaydı, bu kez fikrî kısım sadece hayalî bir safhada kalır, dünyaya uygun bir bilgi hâline gelemezdi.
Bu üç unsura da sahip olan bilim, gerçek bilimdi. Buna EKSİKSİZ BİLİM, TAM BİLİM denirdi. Tez (fizik), antitez (metafizik) ve sentez (matematik), TAM BİLİM'i meydana getiren üç ana unsurdu.
Fizik ve metafizik akımların kullanılması, ancak sentez ile mümkün olabilmekte ve bu da, uzun ve zorlu bir çalışmayı gerektirmekteydi. Mabetlerdeki gizli mistik çalışmalar sayesinde elde edilebilen bir zihin dinamizmi, bu çalışmalar için elzemdi.
Barbarların istilâsını takip eden devirlerde, Batı dünyasının Orta Çağ gizemciliği boyunca süregelmiş ağır tempolu zihinsel gelişimi, en sonunda selâmeti, her problemi bu üç cepheden inceleyen eski sentezlere başvurmakta buldu. İstanbul'un Osmanlılardın eline geçmesi bu çağı kapadı. Araplar da Batı âlemine yayılmaya başladılar.
On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda bir kısım bilim merkezleri, okullar, çalışmaların fizik tarafına yöneldiler. Çünkü bu onlara hem daha kullanışlı geliyor, hem de daha az yorucu ve kısa bir çalışma gerektiriyordu. Böylece, insanlığa ait tüm bilimlerin tüm kollarında ayrılıklar başgösterdi. Fikrî kısım teolojik öğretim merkezlerine çekilirken, maddî kısım da, tıp üniversitelerinin ve bilim ekollerinin malı oldu.
Zamanla, gerçek çalışmaların ve yüksek bilgilerin tümü, OKÜLT BİLİMLER adı altında karanlığa itildi. Okült bilimler,"müspet" (pozitif) olarak adlandırılan tüm bilimlerin gerçek prensiplerini ve bütün felsefesini kendinde saklamaktadır. Ve ne zaman ki, bu sözü geçen bilimler ki aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyacaklar, o zaman kendi esaslarım okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır.
Bilimlerin iki bölümü arasındaki bu ayrılık toplumlarca da benimsendikten sonra, resmî öğretinin yanı sıra daima bir gizli öğreti de nesilden nesile, inisiye toplulukları tarafından aktarıldı. Bu gizli öğretinin gayretleri, eski TAM BİLİM'in yeniden kurulması yönündeydi ki, bu da "sentez"den kaynaklanıyordu.
Mabetlerin en gizli bölümlerinde saklı tutulan bu "sentez", bilimlerin açığa vurulmayan gerçeklerini kendi bünyesinde bulunduruyor ve prensipleri saklamaya yarayan işaretler ve hiyerogliflerle ifade ediliyordu. Okültizm, müspet bilimlerin yerini alıcı değil, onları tamamlayıcıdır. Büyük sayıda fenomenin teori ve pratiğine sahiptir. Kabala uygulamaları, maji, alşimi (simya) ve .astroloji bu çalışmaların başlıcalarıdır.
Okült çalışmalarda eski geleneklerin öğrenilmesi ve öğretilmesi esastır. Bu gelenek ve bilgiler başlıca üç esasa dayanmaktadır:
1- Tek Tanrı fikri.
2- Tekrar doğuş.
3- Tekâmül.
Bu esaslar üzerine inşa edilmiş inceleme ve araştırma konuları şöyle sıralanabilir:
- Ölüm ötesinde ve berisinde ne vardır?
- Nereden gelip nereye gidiyoruz?
- Bu dünyadaki hayat tarzımız ne olmalıdır?
- Bunun için makul bir ölçü var mıdır?
- Kendi kendimizi ıslah edebilir miyiz?
- Doğa kuvvetlerinden yararlanmayı nasıl başarırız?
- Ölüm ötesi âlemlerin yasaları nelerdir?
Okültizm bu soruların en doğru ve kesin cevaplarını verdiğini asla iddia etmez. Bu bir çalışma aracıdır, bir inceleme vasıtasıdır ve eğer hoca talebelerine mutlak gerçeği yakaladıklarını söylüyorsa, bu sadece ve sadece kibir mahsulü boş bir aldatmacadan ibarettir. Okültizm, genelde içimizde doğan bazı soruların çözümünü gösterir. Bu soruların neler olduğunu yukarıda görmüştük. Elde edilen sonuçlar, daima yoğun ve derinlemesine bir deney ve gözlemin sonucu olmalıdır ve bunların, mutlak gerçeğin ta kendisi olduğu hiçbir zaman iddia edilmemelidir. Bu aşamada, okültizmi iki safhada ele alabiliriz:
1- Geleneklerin temelini oluşturan "değişmez kısım", ki, buna, hangi çağda yaşamış ve hangi köke bağlı olursa olsun, tüm hermetistlerin yazılarında rastlanır.
2- Okültistin, tamamen kendi özel araştırma ve yorumlarına dayanan "kişisel kısım".
Değişmez kısmı da üç ana noktada inceleyebiliriz:
1- Evrenin tüm plânlarında mevcut fiilin esası olan "Üçlü Birlik" (Tri Ünite-Trinite) Kanunu'nun varlığı.
2- Görünen ve görünmeyen evrenin tüm kısımlarını birbirine sıkıca bağlayan "ilişkiler"in varlığı.
3- Görünür âlemin ikiz kopyası olan ve varlığının başlıca temelini teşkil eden "görünmez âlem"in varlığı. Bu kısımda, kâinatta mevcut görünmez varlıklar, doğadaki ve insandaki okült güçler ve astral âlem ile ilgili ezoterik bilgiler ele alınmaktadır.
Konumuzu noktalarken, okültizmin üç ana esasını şöyle sıralayabiliriz:
1- Tanrı, İlkeler koymuştur.
2- Doğadaki tüm olaylar, bu İlâhî İlkeler dahilinde meydana gelir.
3- İnsan doğadaki olaylarla İlâhî İlkeler arasındaki orantıları (sayıları) tanımaya çalışarak yasaları araştırır.
Temel Ezoterik ve Okült Terimler ve Kavramlar
Sübjektif ve Objektif Zihin
Basit bir gözlem bile insanların zihinsel olarak objektif ve sübjektif olarak ayrıldığını gösterir. Bunlar sanki iki zekâ çeşididir ve kiminde biri ağır basar ve kiminin de diğeri ağır basar. Her ikisinin dengeli oluşu idealdir, ancak insanlık bilindiği gibi genelde idealden uzaktır. Objektif zihin beynin sol küresi tarafından idare edilir, mantık, hesap, bilimsel düşünce burada yürütülür, sağ küre ise sanatsal ve sezgiseldir. Sol küre ağırlık biriyle sağ küre ağırlıklı biri pek anlaşamaz. Zira görüş zaviyeleri tamamen farklıdır.
Ezoterizm dediğimiz şey beynin sağ küresindeki bilinçaltı bağlantılardan ortaya çıkmaktadır. Beş duyudan gelen sinyaller ve sol kürenin yürüttüğü mantıksal hesaplar onu anlamak için yeterli değildir. Ancak ezoterizm salt sağ küresel zihniyetiyle yürütülemez. Mutlaka beynin her iki küresi birlikte çalışmalı ve ancak insan bu haldeyken ezoterik bilgi anlaşılır veya ortaya çıkar. O halde, ezoterizm = içrek, batıni ve egzoterizm = dışrek, zahiri. Yani ezoterizmi anlamak için bir yol, yordam (metot) gereklidir.
Yol Tarikat yol demektir. Öyleyse bu kelimenin anlamı her ne kadar günümüzde yozlaşmışsa, bir zamanlar birisi veya birileri karmaşa içinde bir anlam arayışına girmiş ve nihai bir hedefe varmak için bir yol haritası hazırlanması gerekli olduğunu tespit etmiş. Belirli bir program dâhilinde takip edilmesi gerekli adımları içeren bir sistem geliştirmişlerdir. Kendisi veya kendileri bu nihai hedefe varmış olan başkalarına yol göstermek isteyen kişilerdir. Bu sisteme de tarikat adını vermiş. Bunun başka bir izahı yoktur. Ancak zaman zarfında, tarikat kelimesi bu ilksel saf anlamını yitirmiş, karanlık emellere yönelik bir örgüt veya taraftarlarının kesin inançla karizmatik bir lidere bağlı olduğu bir ideolojik sistem anlamına gelmiştir. Batıda kült denilen bu yeni tarikatlar, taraftarlarının zihinlerini belirli kalıplar içerisinde hapsetmektedir.
Şimdi buradan aldığımız ders, ezoterik açıdan belirli bir yol vardır, ama buna tarikat demeyeceğiz. Çünkü tarikat kelimesi artık ne yandan bakarsak, ender durumlar hariç genelde ezoterizmden uzak anlamlar ifade etmekte.
Modern hakikat yolcusuna birçok yol sunulmakta. O bütün yollar aynı yere gider gibi banal klişelere aldanmaz. Tüm seçenekler arasında doğru yolu bulmak onun için hayatidir. Ağzından bal akan her kılavuza teslim olmayacak kadar uyanıktır. Çünkü bilir ki yolu yürüyecek olan kendisidir. O yol başkasının sırtında gidilecek bir yol değildir. Yolun kestirmesi ve kolayı yoktur.
Ezoterizm, Okültizm ve Maji
Şimdi ezoterimz ve okültizm terimlerine gelelim. Ezoterizm ve okültizm aynı mı ayrı mı? Kimi der ki bunlar aynı şey, biri dışa kapalı diğer gizli demektir. Kim der ki bunlar ayrı, okültizm ezoterizmin bir kolu veya ezoterizm okültizmin bir kolu; veya okültizm kötü amaçlı ve ezoterizm iyi amaçlı; veya ezoterizm salon okültizmidir. Bana kalırsa, okültizm ve ezoterizm birbirine yakın şeyler.
Günümüzde okültizm kelimesini tamamen ekarte eden giderek artan bir trend vardır. Onun yerine giderek benimsenen maji kelimesi ilk bakışta radikal bir ifade olarak gözükmekte. Ancak şöyle düşünün bizi derinden etkileyen bir şeye büyüleyici demiyor muyuz? Büyü ve yaşlı bilge büyücü veya şaman bilinçaltımızda yatan güçlü bir sembol değil mi? Geleneksel kökenlerimize indiğimiz zaman bu arketipe her toplumda önemli bir rol verildiğini görebiliriz. O halde bizi iktidarsız kılan tüm görüşleri bir kenara koyarak erk ve bilgeliği kucaklayan bu korkusuz hakikat yolcusunu örnek alabiliriz. Zira riyakarlık, vasatlık, yapaylık, doğa düşmanlığı hakim olduğu bu çağda, tüm bu sapmalara dur diyecek cesaret, karşı koyabilecek güç gerekir.
Kardeşlik Örgütü
Şimdi diğer bir terime gelelim. Batıda “Order” kelimesi düzen demektir. Oysa birçok kelimede olduğu gibi batı dillerinde bu kelimenin birbirinden farklı çeşitli anlamaları vardır ve bu anlamlar cümleye göre değişir. Bu kelimenin bir karşılığı da örgüt veya tarikattır. Genelde order dini ise ona tarikat denilir, özellikle siyasi veya diğer organize bir kurumsa örgüt denilir. Ezoterik örgüt veya gizli örgüt esasında sıkı kurallara bağlı tüm örgütsel davranışlar belli prosedürlere bağlı (ritüel) bir cemiyettir. Gizlilik ilkesi ona işlevsellik kazandırmak içindir. En ilkel topluluklarda bile ancak özel şartlarla girilen gizli cemiyetler vardır. Bazı ilkel kabilelerde bu cemiyetlere girmek erginlik yeterdir. Bir çocuk örneğin 13 yaşına bastığı zaman acıya dayanıklılığı gibi bazı testlere tabii tutulur, geçtiğinde de kabilenin sırları ona öğretildiği bir merasimden geçer. Antik çağlarda gizem okullarıma girmek için erginlik yeterli değildi. Gizem okullarının amacı kişide ezoterik bilgeliğe vakıf, üstün bilinç haline sahip insan yaratmaktı. Bu tür insanlara özel unvanlar verilirdi. Bunlar arasında üstat, adept, magus vs. daha genel bilinenlerdendir. Bu kişiler ezoterik örgüt içinde birer otorite ve eğitmen sayılırdı. Günümüzde mevcut ezoterik örgütlerin en tanınmış olanı Hürmasonluktur, ancak bunun dışında başka kardeşlik cemiyetleri vardır. Kardeşlik cemiyeti üyeler arasında sıkı ailevi bağ üzerine kurulmuştur. Bu tür cemiyetlere fraternite denilir. Örneğin Gül Haç kaynaklı cemiyetlerde erkeklerin adları önünde Frater, hanımların adları önünde Soror konulur. Her ikisi Latince’de kardeş demektir. Ayrıca genelde kullandıkları adlar motto denilen bir deyimdir. Buna bazen majikal isim de denilir. Kişi örgüte inisiye olduğu zaman kendi majikal amacını veya kişiliğini yansıttığı inandığı bir takma isim alır. Bu da inisiyasyonun bir yeni başlangıç, yeni doğuş olduğu esasını vurgular.
Fraternitelerin esas itibarıyla ikiye bölündüğü söylenir, sosyal kardeşlikler ve majikal kardeşlikler. Majikal kardeşlikler fizik ötesini hedefleyen çalışmalarla ezoterik esasları sübjektiflikten objektifliğe dönüştürmeye yöneliktir. Bunu yapabilmek için birkaç yıl süren yoğun bir günlük çalışma programı sunarlar. Bu çalışma programı azimle takip eden aday sonunda adept seviyesine ulaşır ve bu tür operasyonları yapabilecek kapasiteye ulaşır. Ancak bu yol herkese göre değildir.
Gelenek veya Tradisyon
Çok eski çağlarda bilgi sözlü olarak aktarılıyordu, ancak daha sonra kaybolması istenilmeyen bilgiyi aktarmak için başka yöntemler uygulandı, bunların arasında yazı, resim müzik, ritüel de vardı. Zamanla birikimler oldu ve kadim bilgelik öğretileri gelişti. Bütün bilgi dallarında olduğu gibi, kadim bilgelik öğretilerinin de kendine özgü bir dili vardır. Bu dilde, doğru sözcüğü doğru yerde kullanmanın, sözcüğün kökenini, telaffuzunu ve tam karşılığını bilmenin, diğer bilgi dallarına göre önemi daha da fazladır. Çünkü söz konusu bilgiler çok ince hususlardı ve doğru bir şekilde aktarılması gerekiyordu. Dili doğru kullanmak ve ayrıca bilgileri doğru bir şekilde deşifre etmek de kadim bilgeliğin içerdiği konular arasında birer okült bilim/sanattır. Bu evrensel bir dildir. Hiçbir bilgi dalı yoktur ki, geçmişi onun kadar eski çağlara dayansın ve onun kadar değişik uygarlıkların katkısıyla zenginleşmiş olsun. Bünyesinde taşıdığı sözcükler, ne yer, ne de zaman gözetmeksizin, farklı kaynaklardan türemişlerdir. Terimler değişse de kavramlar değişmez. Dolayısıyla, aynı anlama gelen birçok sözcük de oluşmuştur.
Evrensel Dil, Semboller ve Arketipler
Tarihte zaman zaman bazı sözcükler anlamını yitirir, sözcüklerin gerçek anlamı ya tercüme, ya kültürel yozlaşmadan dolayı unutulur veya dejenere olur. Özellikle metafizik, ezoterik ve teolojik konularda bu genel bir kuraldır. Sözcük ve terminoloji anlaşmazlığı birçok gereksiz tartışmaya neden olmuştur. Özellikle din ve metafizik çevrelerde garip sapmalara ve gerçekdışı doktrinlerin yayılmasına yol açmıştır. Bu konuda sözcük ve terimlerin, hatta imlânın yerleşmesi ve doğru anlamda kullanılması amacıyla ileride bir genel sözlük yayınlamakta belki fayda olur.
Her kelimenin kendine özgü bir titreşimi vardır. O halde, neden belirli bir sözcüğü temel kavramların ifadesinde kullanıyoruz diye sorulursa, yanıtımız şudur: O sözcüğe vermek istediğimiz anlamı daha iyi bir şekilde hissetmemizi, sezmemizi sağlıyor ve ayrıca bizi daha somut bir anlayışa sevk ediyor. Bazı sözcüklerin ifade gücü yetersiz kalmaktadır ve bu da açıklamak istediğimiz bazı kavramların ülkemizde henüz tam gelişmediğini göstermektedir. Bu açıdan, bazı temel kavramlarda yabancı kelimeleri kullanmak zorundayız. Çünkü, bu kelimelerin titreşimleri, taşıdığı anlamı daha iyi bir şekilde yansıtır. Örneğin, Latince'den gelen "ekinoks" (equa/eşit, nox/gece) sözcüğün içerdiği anlam, kadim gizli ilimlerde bu sözcüğe verilen önemi vurgular. Bu nasıl olur? Bunu anlatmak zor, burada bir sezgisel aktarma söz konusu. Örneğin, neden müzik dediğimiz ses düzeni bize belirli bir mesaj verir? Oysa, ekinoks'ın Türkçe karşılığı olan "ılım" sözcüğü basit bir türevdir, farklı karşılıkları olup özelliği yoktur ve "müsbet ilimler" uğruna yeni üretilmiştir. Bizim konumuz ise kadim bilimlerle ilgilidir. Üstelik, okült görüşe göre belirli sözcükler asırlar boyunca kullana kullana belirli enerjiler toplar ve belirli düşünce formlarıyla yakından irtibatlıdır, ilgili konularıyla yineden çağrıştırabilir zihinsel ve duygusal kayıtlar tutarlar ve ayrıca evrensel olarak her dilde kullanılıp evrensel bir olayı temsil ederler.
O halde, konumuza girerken, yurt dışında olduğu gibi bu "evrensel dil"e uyum sağlamamız gerekir ve ister Çince veya Arapça olsun, ister Latince veya Grekçe olsun, kavramların özgün iletimlerini taşıyan sözcükler kullanmakta yarar vardır. Bu kilit sözcüklerin bazılarında, anlamlarına anlam katan ebced değerler de bulunmaktadır. Bazen de ses tonlarının gizli özelliklerine dayanarak sözcükler türetilmiştir veya hecelerinin köklerine inip çeşitli anlamlar elde edebiliriz.
Evrensel dil bağlamda diğer kavram da semboldür. Sembol de belirli bir anlamı taşıyan bir resim veya şekildir. Görsel oluşu açısından beynin sağ küresine, bilinçaltına, hatta kolektif bilinçaltı arketiplere direkt bağlantı kurar. Sembollerin eozterizmde geniş bir kullanma alanı vardır. Arketipler farklı insanlarda aynı aktarım yaratan, masal, efsane ve destanlarda işlenen ve bazen spontane olarak rüyalarda ortaya çıkan sembol ve temalardır.
Platon felsefesinde "anamesis" sözcüğü, bilgilerin sadece duyu ve akıl yolu ile değil, fakat hatırlama yolu ile geldiğini açıklar (1). Bu görüşe göre evrensel bilgi, şu veya bu şekilde şuurun derinliklerinde vardır. Gizli öğretiler ruhu eğitmeye değil, fakat bildiklerini hatırlatmaya yarar. Modern okültizm, evrensel bilginin akaşik kayıtlar olarak adlandırılan bir çeşit bilgi okyanusunda veya kitlesel şuur (toplu bellek) kaydında bulunduğunu açıklar. Kilit sözcükler de bu ortak bellekten yararlanmak için birer vasıtadır.
Kadim Bilgelik
Zaman gözetmeksizin, insanoğlunun bulunduğu her yerde bazı ortak öğeler paylaşılmıştır, bir yandan insan beş duyusu ile tanımladığı evreni incelemiş ve ona göre yaşamını idame etmiştir, diğer yandan, en ilkel toplumlarda dahi, insan duyu-üstü halleri, alemleri ve varlıkları tanımlamış, ruh ile madde ayrımı yapmış ve ona göre ruhsal disiplinler, felsefeler ve inançlar kurmuştur. Kimi insanlara göre, insan yaşamının ruhsal veya doğa-üstü bir boyutu yoktur. Böyle görüşlü insanlara söyleyecek bir şeyimiz yok, gülüp geçeriz. İnsan olarak sezgilerimiz ve kültürel birikimimiz bize farklı şeyler söylüyor, bunlara da biraz kulak vermemiz gerekiyor, aksi halde sürekli kendimize bir baskı uygulamamız gerekiyor. Bu tür baskıları Sigmund Freud cinsel baskılar olarak tanımladı, ancak farklı alanlarda da baskılar ve blokajlar olabilir. Bize geçmişten ve manevi zirveye çıkmış insanlar tarafından sunulan miras, bilgelik hazinesi inkar edilemez.
Hayatta daha farklı bir şeyler olduğunu inanan veya bazı deneyimlerden dolayı inanmak zorunda kalan kişiler için, ki onlar artan bir azınlığı oluştururlar, artık hazır bir inancın çelişkilerini sorgulamadan kabul etmek mümkün değildir. Bu inanç günü gününe değişen bilimsel ideoloji de olabilir, din konusunda oluşan bir takım varsayım veya yorum da olabilir veya genel olarak halk tarafından doğru olarak kabul edilen bir takım değer veya varsayım olabilir.
Sorgulama cesaretini gösteren böyle bir yolu seçmiş insanlar da bir arayış içersindedirler. Diğer yandan, yaşamlarını sorgulamadan, her şeyi bire bir kabul eden ve bilinçsiz yaşayan insanların sayısı da az değildir. Ancak bu konudan kaçış yoktur, insan kim olursa olsun, er geç yaşamın temel gerçekleri ile yüz yüze geleceklerdir. Yine en doğru ve güvenilir rehberimiz içsel sesimizdir, buna sezgi deriz. Bu sezgilerin üzerine gitmek onların bizi nereye götüreceklerini saptamak daha cesur bir yol olacaktır. Objektif tarzda düşünerek kendimizi her tür yanılgıdan arındırabiliriz. Ruhsal bir varlığın gerçekliliğine temas ettiğimizde, ilk işimiz bu olgunun kaide ve kurallarını öğrenmektir. Bunun bizim için hayati bir zorunluluk taşıdığını da idrak etmekten kaçınamayız.
Ancak, bu yanıta varmadan birçok evreden geçmemiz gerekir. Çeşitli yollardan kanıtlar aramamız gerekir. Bilimsel meyillimiz varsa, bu konuda yapılan laboratuardeneylere başvurabiliriz. Sübjektif olarak da böyle bir kanıya varabiliriz, psişik veya içsel bir deneyimimiz bütün şüphelerimizi bertaraf edebilir. Yılların arayışı sonunda gerek içsel, gerekse de dışsal olarak bu yanıtın kanıtlarını görmeye başlayabiliriz ve aklımıza uyacak felsefeler üretebiliriz. Yaşam biçimi ve davranışları ruhsal bir realitenin gerçeğini yansıtan biri de, bizi bu konuda ikna edebilir. Üstün sanat veya edebiyat eserleri bizi farklı bir boyutta yükseltebilir ve orada ruhun hakikati ile yüzyüze gelebiliriz veya en azından sezebiliriz.
,
Eğer bu konuda yazılan edebiyatı araştıracak olursak, ruhu tanımlamada karşımıza çeşitli doktrinler serilecektir. Kutsal kitaplarda, en azından Orta-Doğu kökenli olanlarda, ruhu tanımlamada es geçtiğini ve ancak çeşitli imalar verildiğini göreceğiz. Oysa, farklı dinlerden mistikler, evliyalar ve mürşitler içsel deneyimlerine dayanarak daha ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. Ezoterik anahtarlarla kutsal metinlerde bulunan örtülü sembolleri çözebiliriz.
Ekoller farklı da olsa, kadim ve modern ezoterizmde hemen hemen aynı öğelerin paylaşıldığı görülür. Ruhsal tekamül, ilahi kıvılcım, yeniden doğuş, kaynağa dönüş kavramları da bunlara dahildir.
Ruhsal Tekamül
Ruhsal tekamül biyolojik tekamül veya evrimden farklıdır. Ayrıca beşeri tekamül vardır ki bu uygarlık seviyesine ulaşmaya yönelliktir. Uygar bir toplum ruhsal gelişmeye elverişli bir ortamı sağlar. Karşılıklı saygı ve dayanışma ve insanın her türlü yönünü özgürce geliştirmesi ruhu besler. Ancak uygarlıkla teknolojiyi karıştırmamak gerekir. Uygarlık düzgün davranış ve dayanışma şekilleri barındıran toplumda vardır. Ruhsal tekamülün bireysel boyutu olduğu gibi kitlesel boyutu da vardır. Ancak kitlesel tekamül bireysel tekamülden başlar. Krishnamurti'nin dediği gibi: "Dünyayı değiştiremezsiniz, sadece kendinizi değiştirebilirsiniz ve böylelikle de zamanla dünyayı da değiştirirsiniz ... ". Ancak ruhsal tekamüle girmeden ve insan-üst olma yollarını aramadan önce, insan olmayı öğrenmemiz gerektiği de acı bir gerçektir. Ancak yaşamın amacı ruhsal tekamül ise, insanların bunu pek başaramadıkları, hayatta çok basit dersleri öğrenmekle ömürlerini tükettiklerini görürüz. Adeta daha uzun bir yaşam gerektiği veya sınıfta kalanın tekrar aynı dersleri alabilmesi için bir yöntemin gereği hissedilir. Çünkü insan genelde potansiyelinin çok gerisinde faaliyet gösterir, hatta onun idrakinde bile değil. Bu da bizi başka bir kavrama getiriyor... reekarnasyon.
Ölüm Ötesi, Reenkarnasyon
Ölüm ötesi yaşam Reenkarnasyon, helak olma gibi kavramları ister mecazi olarak, ister metafizik bir gerçek veya yanılgı olarak kabul edin, bu konuda geliştirilen başlıca kavramlara aşağıda kısaca değineceğiz. Ölüm ötesi yaşam ruhçuluk (spiritüelizm) ve parapsikolojinin ana konularından biridir.
Reenkarnasyonu yeniden doğuş, ruh göçü veya Osmanlıca'sı tenasüh olarak tanımlayabiliriz. Bu kurama göre ruhsal varlığımız ölümsüzdür, ölümden sonra hayat olduğu gibi doğumdan önce de vardır. Beden sadece fiziksel dünyada var olmamız için bir vasıtadır. Eğer dünyasal planda yeteri kadar ders almamışsak, bedensel ölümden sonra ruhsal varlığımız bir müddet sonra alması gerektiği ders ve deneyimlere uygun diğer bir bedende yeniden doğma ihtiyacı duyar ve enkarne olacaktır (bedenlenme). Ezoterik açıdan reekarnasyonda sadece insan bedeni söz konusudur. Yani hayvan olarak tekrar doğmak söz konusu değildir.
Kutsal metinlere göre Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştı ve ciğerlerine can nefesi üfleyerek ona can vermişti. Ezoterik açıdan bu sembolik bir ifadedir ve tasavvufta da yeri vardır. İnsanoğlu Tanrı'nın suretindedir çünkü o bedensel olarak küçük bir evrendir, bu kuram ileride kapsamlı olarak işlenecektir. Ayrıca Tanrı'nın içimize üflediği nefes evvel zamanda içinde O'nun özünden gelen ve ilahi özelliğini koruyan parçacıklar olarak tanımlanır. Bu ölümsüz "İlahi Kıvılcımları"dan dolayı hepimiz aslında birer tanrıyız İlahi kıvılcım ruhtan farklı olup ondan daha yüksek bir titreşime sahiptir ve insanın en yüksek en içsel benliğini, cevherini ve özünü içerir ve her zaman yüksek bir boyutta bulunur. Oysa ruh enkarnasyondan enkarnasyona olgunlaşır. Bedensel yaşından tamamen ayrı olarak bazı ruhlar gençtir ve bazıları yaşlıdır. Ruh ancak, tam kıvamına eriştikten sonra, yaşamdan, "dünya okulundan" alabildiği her şeyi aldıktan sonra ruhsal dünyalara girmeye, ilahi kaynağına yanaşmaya hazırdır ve artık içsel muhasebesinde (karma) ödeyecek borcu kalmamıştır.
Batı ezoterizmde reenkarnasyon doktrini kabul etmek zorunluluğu yoktur. Bazı sistemlerde sözü dahi geçmez. Ancak, reenkarnasyon sadece Doğu felsefeye has bir görüş değildir, Eski Grek Filozoflar, Kadim Mısırlılar, Yahudi Kabalistler ve birçok İslam tarikatı bu görüşü kabul etmişti. Eğer İlahi adalete inanacaksak reenkarnasyon doktrini bize yegane çözüm gibi gelebilir. Ancak, bu ilahi adalet kavramı için karma yasasını reekarnasyon doktrini ile birlikte ele almak zorundayız. Karma konusunda birçok yanlış algılamalar vardır. Karma basit olarak sebep ve sonuç kanunudur. Ne ekersek onu biçeriz. Sadece bir ahlaki karma söz konusu değildir, çünkü her niyetlendiğimiz, düşündüğümüz, yaptığımız şeyden her an sorumluyuz. Bu hem bir doğal kuralıdır, hem de ruhsal yanı da vardır. Karma Sanskritçe'de fiil anlamına gele "kr" kökünden türemiş bir sözcüktür. Esasen biz kendi karmamızı üretiriz ve başımıza gelen olayları kendimiz yaratıyoruz. Kör talih, feleğin silesi ve kaderin cilvesi diye bir şey yoktur. Bu tür kavramlar ilahi düzene karşı hakarettir. Arabesk müziğin acı haykırışları sadece mazoşistlerin kendi başına gelenleri örmesi ve bundan sapık bir zevk almasından ibarettir. Arabeskçileri kötülemek amacımız yoktur, ancak negatif negatifi çağrıştırır, dolayısıyla onlara pozitif olmalarını öneririz.
Ruhsal tekamülün sonucu ruhsal olgunluktur, bir de İnsani Kamil evresi vardır ki, o söz ettiğimizin biraz ötesinde bir evredir. Ruhsal olgunluk birçok erdemlere sahip olup, kendimizi ve ortamımızı tanıdığımız, ona uyum sağladığımız ve olumlu bir şekilde yönlendirmeye hazır olduğumuz bir evredir. Bu evrede sanki artık insanların ortak yazgısı gibi süren çocukluk hali sona erir. Ruhun belki de binlerce yıl süren uzun tırmanışı, kendisiyle ve başkalarıyla kıyasıya uğraşmasıyla buraya erişir.
Yaşlı ruhlar ruhsal gerçekleri daha kolay idrak ederler, oysa genç ruhlar henüz yolun başındadırlar, onlar daha fiziksel ortamın derslerini tam olarak idrak etmemişlerdir. Bu yolda ruh kendi içsel kararlarıyla mükemmelliğe doğru adım atar. Yolun türlü şekilleri vardır ve kişiye göre değişir. Yollar temelde bir olmak üzere, farklı toplumlara ve farklı kişisel yapılara göre değişir, duygu ağırlıklı insanlar mistik bir yol ararlar ve ilahi aşka varmaya çalışırlar, akıl ağrılıklı insanlar okült bir yol ararlar ve sırlara vakıf olmak isterler, onlara ilahi bilgeliğe ulaşmaya yönelirler. Daha pratik insanlar uygulamalarla direk deneyimler peşindedir onlar majikal bir yol ile tanrısal erke ulaşmak isterler.
Okültizm, Sır ve Gizlilik
"Okültizm", anlamı "gizli" olan Latin kökenli (occultus) bir sözcükten gelmektedir. Osmanlıca'sı "ilmi-i gayb" veya "ilm-i ledün"dür. Türkçe karşılığı "gizli bilimler"dir. Kelimenin karşılığı bazı kişileri hoşnut etmemiştir ve farklı sözcükleri türetilmesine yol açmıştır. Ancak, daha uygun bir sözcük de bulunamamıştır. "Sır" anlamı taşıyan bu kelimenin karşılığında insanın aklına, imtiyazlı gizli bir örgütün elinde kıskançlıkla korunan bilgiler yerine, arayanın önünde perde perde açılan ve çözüldükçe bilinenin ötesinde kalan bir konu gelmelidir.
Okült bilgiler ve uygulamalar tarih boyunca gizli tutulmuştur. Belirli sebeplere dayanan bu gizlilik perdesi, ancak gerektiğinde aralanmıştır. Zamanla sırlar konusu gevşeklik kazanarak, günümüzde her yerde bilgi kırıntıları, arayanın bulacağı bir şekilde serpilmiştir. Bu perde daha ziyade konunun içeriğinden kaynaklanır. Sembolik olarak, "İsis'in Peçesi" deyimi ile ifade edilen bu perdeyi açmak, arayanın gayret ve inisiyatifine bağlıdır. Gerçi zamanımızda "okült" konular ne kadar açık konuşulsa da, bu konuda, ne kadar çok kitap yazılıp dağıtılsa da, yine de her zaman bir sır payı vardır ve sırların olduğu yerde tabii ki sırları tutan veya tuttuğunu ima edenler de vardır. Bunlar kimdir? Bunu bilmek kolay değildir. Okültistler genelde kendilerini pek bildirmezler. Kendilerini açıklayanlar ya bir misyon üstlenmiştir veya da şarlatanlardır. Tarih boyunca, cahil ve fesat insanlar arasında okült ilimler konusunda birçok batıl inanç ve olumsuz tanımlar yapılmıştır. Bu yüzden, konuyla ilgilenenler kendilerini saklamayı tercih etmişlerdir.
Sır tutmak için başka nedenler de verilmiştir. Her şeyden önce sır tutmak bir disiplindir ve bilginin dışa yansımasından ziyade içe dönüşmesini sağlar. Ayrıca, zamanın inançlarına ters düşen doktrinler, tarih boyunca gizli tutulmuştur. Hazırlıksız şahıslara ileri seviyede bir uygulama veya bilgi vermenin, bir el fenerine yüksek gerilimli elektrik yüklemek gibi etki yapacağı söylenir. Eski çağlarda Mister Kültlerinde ve günümüzde bazı hiyerarşik ve ezoterik cemiyette, giriş yapan aday (inisiye) bir çıraklık döneminden sonra bazı derecelerden yükselir. Cemiyet yetkilileri onun derecesine ve kapasitesine uygun bilgi ve uygulamalar verirler. Kendi derecesinden yüksek olan öğretiler onun için sırdır ve öyle olması gerekir. Yeni bir öğreti verildiği zaman onu taze bir idrakle karşılaması beklenir, bazen dramatik bir şokla bu bilgi belleğe adeta mühürlenir. Sırlar öğretisini almak isteyen aday bir hazırlık döneminden geçirildikten sonra onun liyakatine kavuşur. Artık sınavı geçmiştir ve zor koşullarda kazanılan öğretilerin değerini bilecektir.
Çağlar boyunca ve dünyanın her tarafında ezoterik cemiyetler sırlarını büyük yeminlerle muhafaza etmişlerdir. Bu yüzden antik çağlardaki Misterlerin sırlarını halen kimse bilmemektedir. Roma İmparatorluğu zamanında Sodalitas Kardeşliği'nin yeminleri kutsal sayılırdı ve onları tutmayanlara ölüm cezası tatbik etmek Roma kanunlarında bile yer alırdı.
Bir görüşe göre, okült formüller, sırrı açıklandığı anda güçlerini kaybederler. Halk arasında bir inanca göre, eğer bir niyet sessizce tutulursa o gerçekleşir, açıklanırsa gerçekleşmez. Ayrıca, gücün yanlış ellere geçip istismar veya suiistimal edilmemesi için formülü gizli tutulduğu bilinmektedir. Günümüzde okültistler bilgileri sır tutmaktansa, daha ziyade mahremiyetlerini korumak istemişlerdir, onlar iyi eğitim görmüş ve toplumda belirli yerleri olan kişilerdir ve ilgi alanlarının başkaları tarafından anlayışla karşılanmayacağını ve doğru algılanmayacağını bilmektedirler.
Biz yeni bin yıla, Yeni Çağa girdikçe ve ruhsal, metafizik konular yayıldıkça, şüphesiz okült sözcüğü yerine farklı anlam taşıyan bir sözcük gelecektir. Zira okültizm, ruhsal bilgilerin bir azınlık tarafından korunduğu karanlık bir çağı anımsatır. Ayrıca, Yeni Çağda farklı disiplinler, bilimler, sanatlar, kültürler kaynaşacaktır, oluşan tek sistem ayrıca bireysel tercihlere göre farklılıkları da içerecektir.
Ezoterizm ve İnisiyasyon
Ezoterik'in Türkçe karşılığı "içrek", Osmanlıca karşılığı "batıni" dir. Genel de sanıldığı gibi bir azınlık tarafından korunan bilgi anlamına değil de, insanın içsel realitelerine yönelik bilgi kütlesi anlamına gelir ve burada dışsal realiteye yönelik bilgi arasında bir sınır çizilir. Ezoterik'in karşıtı olan "Egzoterik" ise, Türkçe'de "dışrak" Osmanlıca'da "zahiri" anlamına gelir. Ezoterik'in kökeni Grekçedir (esotericos). Grekçe derken, tabi ki Eski Yunanca kastediliyor. Batı Okültizmi'nde Grek kökenli kelimeler oldukça fazladır. Burada önemle belirtmek gerekir ki ezoterik açıdan zengin olan Grek felsefesi, antik çağlarda Anadolu, Yunanistan ve civar Akdeniz ülkelerinde yaygındı. Grekler, istila ettikleri yerlerde kendilerinden önceki kadim Pelask ve diğer kayıp Anadolu uygarlıklarının bilgilerini özümsemişlerdi. Roma İmparatorluğun yayılması ile bu değerlerde bir çöküş yaşandı ve Romalıların varisi Bizans İmparatorluğunun kuruluşu ile Hıristiyanlık yayıldı, kadim bilgelik, ilim ve uygarlığına sırt çevrildi, anıtları yağmalandı, yazılı eserleri yakıldı ve karanlık bir devire girildi. Bu karanlık devir, Rönesans döneminde, Hıristiyanlık öncesi bilgeliğin keşfedilmesine dek devam etti. Bu nedenle, Anadolu, Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının varisi olan eski Grek uygarlığı, ona sırt çeviren Bizans'a kıyasla oldukça farklı bir nüansa sahipti ve insanlığa yerel değil evrensel değerler bıraktı.
Serge Hutin'e göre ezoterizm, "sembolik olarak saklı bir hakikati, gizli manayı meydana çıkarmaktır" (2). İnisiyasyonun karşılığı ise ikrardır. İkrarı Atilla Tokatlı "Gizli Örgütler" adlı eserinde iyi bir şekilde tarif etmiştir: "İkrar, dışardaki yabancı, biğane kişinin mahrem kişiye dönüşmesi, içeri alınmasıdır. `Bireyde, varlığın bir alt kademesinden bir üst kademesine geçişi, ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelen süreçtir' (Serge Hutin). Burada söz konusu olan, `bir takım sembolik fiiler edimler), manevi ve fizik tecrübeler aracılığıyla, yeni bir hayata doğmak üzere öldüğü hissini aşılamaktır. İkrar'ın Batı dillerindeki karşılığı olan `initiation', Latince'deki `initium' sözcüğünden gelir. `İnitium' başlangıç, giriş demektir. Mahrem, ikrarlı karşılığı olan `initie' (inisiye) de `yola koyulmuş adam' anlamına gelir ve ikrarlı kişi mutasavvıf'tan (mistik'ten) burada ayrılır. Mutasavvıf, çoğu zaman bir münzevidir, bir `intizamsızdır'. Oysa, kişi ancak ikrara dayanan (initiatique) bir örgüt tarafından mahrem kılınabilir. Oysa, bu örgüt yeni mensuba eli yüzü düzgün bir doktrin'den çok ruhsal etki aşılar. Müritler ikrar'ın `biğane aktarılmaz' karakteri üzerinde dururlar hep. Burada söz konusu olan şeyin deruni bakımından (içten) gerçekleştirilmesi gerekli haller olduğunu söylerler. R. Guenon'a göre, `Öğrenilip aşılanabilecek tek şey bu hallerin kazanılmasına hazırlayıcı metodlardır... Aristoteles, Eleusis Gizemleri'nden sözederken, `öğrenmek yerine duymak' diyordu... Demek ki, ikrar yolu ile kişi kendi kendini kesin şekilde `gerçekleştirmekte', saklı imkanlarını kuvveden fiile çıkarmaktadır. Gene müritlere göre ikrar hali, bir defa kazanılınca artık kaybedilmeyen daimi bir hâldir."(3)
Bu konularda sık sık kullanılan başka bir sözcük "tradisyon" dur, tam karşılığı anane veya gelenektir. Ezoterik anlamda tradisyon nesilden nesile intikal eden kadim bir öğreti sistemidir. Genel anlamda, bir ezoterik veya okült tradisyon'dan söz edildiği gibi, bir Batı Okült Tradisyonu veya Doğu Tradisyonu'ndan söz edilir. Ayrıca daha da ayrıntıya girerek bir Tibet Tantrik Budhist Tradisyonu veya Grek Orfik Tradisyonu'ndan söz etmek mümkündür. Burada aktarılan metod mürşidden müride, guru'dan çela'ya, inisiyatör'den inisiye'ye aktarılır. Ayrıca, bazı çevrelere göre, ölmüş bir tradisyonu akaşik kalıplarından yeniden canlandırmak da mümkündür.
Günden güne bu site ekleyeceğimiz sayfalarda sık sık kullanacağımız diğer bazı sözcüklerin anlamı kısaca şöyledir: Kadim, genel tarih anlayışını aşan çok eski çağlar; Kozmos, kadim ilimler açısından evren anlamına gelen Grekçe bir sözcük, ancak evreni canlı ve ilahi bir düzen olarak ifade eder; Hiyerarşi, yetki ve etkilerin üsten aşağıya indiği, kademe kademe yükselen bir yönetim zinciri; Doktrin, belirli kurallar veya kuramlar içerisinde bulunan ve bazı kilit öğeleri içeren öğreti; İrtibat, başka bir varlıkla kurulan duyu-üstü iletişim. Diğer terimler talep üzerine eklenecektir ve diğer yazılarımızda açıklanacaktır. Simya konusu ruhsal veya maddi dönüşüm, basit bir şeyi mükemmel bir şeye dönüştürmektir. Maji, irade doğrultusunda değişiklik yaratmanın sanatı ve ilmidir (Aleister Crowley'nin tanımı) vs.
KAYNAKÇA
(1) Plato's Theory of Knowledge, Prof. Francİs Macdonald Cornford, Kegan Paul, Trench, Trubner & Co. London l935, l946 (s. 2) " Meno diyalogu Anamnesis kuramı açıklıyor: bilgi duyular veya kişiden kişiye öğreti şeklinde değil, fakat ruhun enkarnasyon (bedenleşme) öncesi yaşamlarından gördüğü ve bildiği gerçeklerin hatırlaması ile olur... İnsan ruhu ölümsüz ve ilahidir, o birçok yaşamı (reenkarnasyon) içeren bir devreyi tamamlayıp arındıktan sonra tekrar kaynağına döner. Socrates,`O halde, ruh ölümsüzdür ve bir çok farklı yaşamda tekrar doğmuştur; ve o, hem bu dünyada ve öte dünyada olan her şeyi gördüğüne göre, bilmediği şey yokur. O halde, onun bu hayatta fazilet ve diğer ögeler konularında daha önce bildiklerini hatırlamasına şaşmamak gerekir ... Bir şeyi hatırlayının, veya bizim deyimizle öğrenenin, bütün diğer şeyleri keşfetmesine engeli yoktur, yeter ki o arayışında azimli ve inatçı olsun; aramak ve öğrenmek hatırlamaktan başka birşey değildir."
(2) Gizli Cemiyetler, Serge Hutin, Çev. Mehmet Arık, Anıl Yayınevi, İstanbul, 1965
(3) Gizli Örgütler, Attila Tokatlı, Gezegen Yayınevi
Yazan Kemal Menemencioğlu
Kaynak: hermetics
0 Yorumlar