Marksizm
Marksizm, özgün bir siyasal felsefe akımı, tarihin diyalektik materyalist bir yorumuna dayanan ekonomik ve toplumsal bir dünya görüşü, kapitalizmin Marksist açıdan çözümlenmesi, bir toplumsal değişim teorisi, Karl Marx'ın ve Friedrich Engels'in çalışmalarından çıkarılan, insanın özgürleşmesiyle ilgili bir düşünce sistemidir.
Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir. Marksizm, ideolojik alanda esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.
Anarşizm
Anarşizm, (Antik Yunanca'da an "-sız, olumsuzluk eki" ve archos "yönetici" sözcüklerinden türetilmiştir, yöneticisiz anlamına gelir) toplumsal otoritenin, tahakkümün, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini bertaraf etmeyi savunan çeşitli politik felsefeleri ve toplumsal hareketleri tanımlayan sosyal bir terimdir. Anarşizm, her koşulda her türlü otoriteyi reddetmektir.Bu hareketler genellikle, merkezi politik yapılar, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ekonomik kurumlar yerine toplumsal ilişkilere dayanan gönüllü etkileşim ve özyönetimi savunur, özgürlük ve otonomi ile karakterize edilen bir toplumu arzular. Bu felsefeler, anarşi terimiyle özgür bireylerin gönüllü etkileşimine dayanan bir toplumu, bireylerin ve toplulukların alınan kararlardan etkilendikleri ölçüde söz sahibi olması düşüncesini ifade eder.
Zorlayıcı kurumlara ve toplumsal bazlı hiyerarşilere karşı olmak anarşizmin asli ilkelerindendir ve ayrıca anarşizm gönüllülüğe dayanan bir toplumun nasıl işleyeceği konusunda olumlu bir görüşü ifade eder. Anarşist felsefeler arasında hatrı sayılır bir çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiği, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diğer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Anarşist akımlar bu nedenlerle birbirlerinden çok farklı ve hatta karşı olabilirler. Örneğin anarşist komünizmin yanı sıra Hıristiyan anarşizmi gibi anarşist akımlar da mevcuttur.
Marksizm ve Anarşizm
Marksizm ve Anarşizm, geçen yüzyılın ortalarından bu yana, devrimci sosyalizmin iki temel teorisidir. Bununla birlikte, bu iki teori, sürekli birbiriyle kavgalıdır. Conor McLoughlin, bu makalede, bunları birbiriyle karşılaştırarak ortak yönlerinin neler olduğunu sorguluyor.
lkin, bu iki düşünce akımının tanımlanması gerekiyor: Anarşizm nedir? Marksizm nedir? Bir süre için, bu iki düşünce akımının daha sonraki dönemlerdeki yandaşlarını göz ardı ediyorum. Dolayısıyla, Marx'ın düşüncelerinin stalinist, leninist ve sosyal demokratik yorumlarından söz etmeyeceğim. Bunun yerine, Marx ve Engels'in temel düşünceleri üzerinde duracağım.
Düşüncelerin temelleri
Anarşist bakış açısını yansıtırken, Bakunin'in yazılarını kullanacağım. Bakunin, Marx'ın bir muhalifiydi; bugün, onun temel argümanları anarşistlerin çoğu tarafından kabul ediliyor. Ne Marx ne de Bakunin'in yazılarının tam bir tutarlık gösterdiği söylenemez -Bakunin'in yazıları özellikle parçalı bir niteliğe sahip; bununla birlikte, bu ikisinin yazılarını esas almak, söz konusu iki düşünce akımının karşılaştırılması açısından bana en doğru yöntem olarak görünüyor.
Anarşizm ile marksizmin pek çok müşterekliğe sahip olduğunu söylediğim zaman, sanırım, kendilerini anarşist olarak isimlendiren insanların pek çoğunun canı sıkılacaktır: Hem anarşistler hem de marksistler materyalisttir. Her iki grup da, insanların düşüncelerinin içinde yaşadıkları toplumsal ve ekonomik koşullar tarafından biçimlendirildiğine inanır. Düşünce eyleme zemin hazırlar, eylem düşünceyi teşvik eder.
Kapitalizmi kimler ortadan kaldırabilir.
Her iki taraf da, değeri yaratan şeyin emek olduğunu, üretim sürecinde yaratılan değerin ücret dışında kalan önemli kısmının kar olarak kapitalistin cebine girdiğini öne süren Marx'ın teorisini kabul eder. Yine ortaklaşa kabul edilen görüş, üretim sürecindeki rolü dolayısıyla işçi sınıfının kapitalizmi yıkma gücüne sahip yegane sınıf olduğudur.
Kapitalizmi yıkması işçi sınıfının kendi çıkarınadır. İşçiler, sınıfsız bir toplumu yaratma gücüne sahiplerdir ve böyle bir toplumun yaratılmasından yarar göreceklerdir. Hem anarşistler hem de devrimci marksistler, bunun ancak devrim yoluyla ve uluslararası ölçekte başarılabileceğini kabul ederler.
Marx'ın "Kapital" başlığını verdiği geniş ölçekli çalışması, ayrıntılı bir araştırmaya dayanır ve kapitalist sisteme yönelik esaslı bir saldırı olarak kabul edilir. Marx'ın kendi ifadesiyle, "Kapital" bir sentezdir; Weber, Ricardo, Adam Smith gibi sağcı ekonomistlerden Proudhon ve İrlandalı William Thompson gibi devrimcilere kadar geniş bir düşünce yelpazesini bir araya getirir. Anarşistler, Marx'ın kapitalizme yönelttiği bu eleştiriyi kabul etmişler ve olumlu karşılamışlardır. Hatta, Bakunin, Marx'ın bu eserini Rusça'ya çevirmeye başlamıştır (kitabın hacmini bilenler bunun ne büyük bir emek gerektirdiğini bilirler).
Gelin dost olalım?
Şu halde, neden anarşistler ve marksistler geçmişe sünger çekip birlikte yürümüyorlar?
Her şeyden önce, bunlar arasında devletin niteliği konusunda esaslı bir düşünce ayrılığı daima var olmuştur. Burada, devlet sözcüğü ile içinde yaşadığımız ülkeyi kast etmiyoruz. Devlet, en iyi biçimde, egemen sınıfın 'yürütme komitesi' olarak tanımlanır ve küçük bir azınlığın çoğunluğu yönetmesinin aygıtıdır. Devlet, nihai olarak, güç kullanma tekelini elinde bulundurarak kendi iktidarını savunur ve muhafaza eder, elinde tuttuğu baskıcı güçler aracılığıyla patronların yönetimini aşağıdan gelen dirençlere karşı korur.
Anarşistler, her zaman, devleti sınıfsız bir toplum için varlığı gerekli olmayan bir yapı olarak görmüşlerdir. Devlet, tüm kapitalist ülkelerde toplumsal yaşama büyük ölçüde müdahale eder; kimi durumlarda, egemen sınıfın bütününü, kolektif bir sömürü biçimi içinde kendisinde cisimleştirir (eski Stalinist bloğu oluşturan ülkelerde olduğu gibi).
Marx ve Engels, devlete karşı her zaman ikircikli bir yaklaşım içinde kaldılar. Çeşitli kereler, devleti, işçilerin devrimde kendisinden yararlanabilecekleri yansız [neutral] bir aygıt olarak tanımladılar. Bu ikisi, 1848'de, Paris ayaklanmasından sonra, "Komünist Manifesto"yu kaleme aldılar. Bu kitapçıkta, Marx ve Engels, sürekli olarak, tüm üretimi, maliyeyi, ulaşım ve iletişim araçlarını kamulaştıracak ve merkezileştirecek bir İşçi Devleti'nden söz ederler. Ancak, işçilerin kendi devletlerini nasıl kontrol edebilecekleri konusuna değinmezler.
İşçi iktidarı, ya da işçiler üzerinde diktatörlük?
Ne var ki, Marx, 1871 Paris Komünü'nden sonra yazdığı "Fransa'da İç Savaş" başlıklı kitabında, bu kez devletin yerini alacak Komün İktidarı'ndan ve üreticilerin özyönetiminden bahseder -ancak bunun tam olarak nasıl gerçekleşeceğinden söz etmez. Marx, "Gotha Programının Eleştirisi"ni kaleme aldığı 1875 yılına kadar, bulanık bir kavram olan proleterya diktatörlüğü kavramına geri dönmüştür.
Buna karşılık, Bakunin, sürekli olarak ve ısrarla, devletin devrimci rolü fikrine karşı çıktı. 1873'te yazdığı "Devlet ve Anarşizm"de, Leninizmin zorba hükümetini, insanda şaşkınlık uyandıran bir sezgisellikle önceden gördü.
Marx'ın öngördüğü yeni toplumsal düzen, insanların kendi gereksinimlerine uygun olarak yerel ve bölgesel düzeyde aşağıdan kuracakları örgüt ya da birliklerin özgür işbirliğine değil, halkın iradesini yansıtacağı varsayılan bilgili bir azınlığın diktatoryal iktidarına dayanır.
1917 Rusyası'nda, Bolşevikler Marx'ın temel programını yaşama geçirmeye giriştiler. Tepeden kararlarla uygulamaya konan devlet kontrolündeki kamulaştırma temelinde, fabrika komitelerinin ve sovyetlerin varlığına son verdiler. Diğer sol partilerin hepsi zora başvurularak çökertildi. Sonuç, 1980'lerin sonlarına kadar ayakta kalacak olan sefil bir Devlet Kapitalizmi oldu. Ne yazık ki, Bakunin'in öngörüsü tamamen doğru çıktı.
Belirsizlikler
Daha derin bir düzeyde, marksizmin merkezi önermelerinde bir dizi bulanıklık söz konusudur. Marx'ın "Feurbach Üzerine Tezler", ya da "Kutsal Aile" gibi ilk eserlerinde, insanlar tarihin değiştirilmesi pratiğinde etkin bir öğe olarak görünürler. Buna karşılık, onun daha sonraki dönemlerde kaleme aldığı çalışmalarda, tarih ve ekonomi belirleyicilik kazanır ve insan öğesi geri plana itilir.
Bu düşüncenin gölgesi "Kapital"e de yansımıştır. Marx, "Kapital"de, kapitalizmin üretimin daha sonraki gelişiminde bir engel haline geleceğini ve önceden tam olarak kestirilemeyecek yeni bir doğrultuya sapacağını ileri sürer. Kapitalizmin gelecekte daha da gelişerek son derece planlı bir nitelik kazanacağını, dolayısıyla, salt üretkenlik açısından bakıldığında, sosyalizmin kapitalizmi izleyecek yegane mantıksal aşama olacağını söyler. "Kapital"e hazırlık niteliği taşıyan "Grundrisse"de, kapitalizmin varlığını sürdürebilmek için kendi kendisini rasyonelleştireceği öngörüsünde bulunur.
Bu, son derece determinsit bir düşünce tarzıdır. Bu bakış açısı, dünyayı bilinçli olarak şekillendiren ve değiştiren özneler olarak işçileri sahneden indirir. Sosyalizmi, kapitalizmin olgunlaşmasını beklemekten ibaret bir mesele düzeyine indirger. Alman Sosyal Demokratları gibi bazı marksistlerin devrime gereksinim olmadığına inanmış olmalarının temelinde bu bakış açısı yatar.
Marx, ve onun ölümünün ardından Engels, söz konusu bakış açısını kendi mantıksal sonucuna kadar götürdüler. Sosyalizmi sosyal demokrasi ve seçim yoluyla yaratma fikriyle flört ettiler. 1869'da, sağ partilerle ittifak arayışındaki Alman Sosyal Demokrat Partisi'ni desteklediler.
Bu düşünceleri küçümseyen Bakunin, demokratik devlet kavramını şu şekilde tanımlayarak alaya aldı: Devletin merkezileşmesi ve egemen halkın aydın bir yönetici azınlığa fiili itaati.
Seçim yoluyla sosyalizm?
Marx ve Engels, Paris Komünü'nden hemen sonra Sosyal Demokrat Parti'den ayrıldılar. Fakat, 1895'te, Engels tekrar eski bakış açısına geri döndü ve ("Komünist Manifesto"nun yeni başımına yazdığı önsözde) toplumu değiştirmek için seçimle iktidara gelme fikrini öne çıkardı. Marx'ın kendisi de, bir ara, İngiltere ve Amerika gibi ileri kapitalist ülkelerde sosyalizmin parlamento yoluyla inşasının mümkün olabileceğini ileri sürmüştü.
Öyle görünüyor ki, Marx ve Engels, 1871 yılına yakın zamanlar dışında, işçilerin özyönetimine dayanan toplum fikrini ciddi olarak değerlendirmemişlerdir. Hatta bu konu üzerinde ayrıntılı olarak durmamışlardır. Buna karşılık, Proudhon (ki kendisiyle çeşitli konularda farklı düşüncelere sahibiz), Bakunin ve Kropotkin söz konusu fikir üzerinde ayrıntılı olarak durmuşlardır.
Bakunin'in Marx'ın determinizmini yadsıması, onun, köylülüğün devrimci bir durumda oynayabileceği rol konusunda bir kavrayışa ulaşmasını da sağladı. Marx, köylülüğü, genel olarak işçilere destek olmayacak gerici bir sınıf olarak gördü. Bakunin ise, köylülerin, devrimci fikirlerden etkilenmeleri durumunda devrimcileşebileceklerine inandı. 1871'de kaleme aldığı "Bugünkü Krizde bir Fransız'a Mektuplar" başlıklı çalışmasında köylüler için mükemmel bir program ortaya koydu.
Bakunin'in temel düşüncesi, toprağın koşulsuz olarak küçük köylülere devredilmesi, kırda zorunlu askerlik, vergi, kira, ipotek gibi uygulamaların kaldırılmasıydı. Devletin tasfiyesi ve yanısıra miras haklarının ortadan kalkmasıyla birlikte, birey, kendi mülkünün yegane garantörü durumuna gelecekti. Bir anda geniş toprakların köylülerin kullanımına açılması, şehirlerden ve topraksız tarım işçilerinden gelen yoğun anarşist propagandanın da etkisiyle, çok geçmeden bir gönüllü kolektifleşme programını gündeme getirecekti. 1936 İspanyası ile 1921 Ukraynası'nda yaşanmış olan şey tam da budur. Bu fikirlerin, gelişmekte olan ülkeler açısından geçerliliklerini hala koruduklarını söylemek de mümkün.
Ya gönüllülükle, ya da asla
Bakunin, ayrıca, zora dayalı kolektifleştirmenin tehlikeleri konusunda uyarılarda bulunmuştu; kolektifleştirmenin gönüllülük temelinde gerçekleştirilmesi zorunluydu: "Kollektivizm ancak kölelere zorla dayatılabilir ve bu tür bir kolektifleştirme insanlığın reddi anlamına gelir."
Dolayısıyla, anarşistlerle marksistler arasında temel farklılıklar vardır. Marx özgürlükçü değildi, tarihe ve sınıf mücadelesine son derece determinist bir bakış açısıyla yaklaştı. Ardılları olan Lenin, Stalin ve Mao, Marx'ın bu olumsuz fikirlerini alıp genişleterek, kendi diktatörlüklerini akla yakın kılmak için kullandılar ve söz konusu fikirlerden 'Parti her şeyin başında gelir' şeklindeki teorilerini desteklemek için yararlandılar.
Diğer yandan, Marx ve Engels, haksız bir biçimde, pek çok anarşist tarafından birer şeytan gibi gösterilir. Oysa, anarşistlerin pek çoğu, "Kapital"de ortaya konmuş olan ekonomik çözümlemeyi büyük ölçüde kabul eder. "Kapital"de sunulan fikirler, yüzlerce yıla yayılan araştırmaları bir araya getiren bir sentezdir. Yine, bu fikirler, marksistlerin tekelinde değildir. Materyalist çözümleme yöntemi ve Marx'ın kapitalizm eleştirisi, Marx ve Engels'in politikasını benimsemeden kabul edilebilir. Söz konusu fikirler tüm dünya işçilerine aittir ve bize düşen görev bunları yaygınlaştırmaktır.
0 Yorumlar