KIBRIS VE KERKÜK KONUSU


KIBRIS KONUSU 


     Devlet adamları siyasî konuşmaya mecburdur. Bazı şeyleri saklayıp bazılarını elastikî bir dille ifade  ederler. Bundan dolayıdır ki dünya siyasîlerinin Kıbrıs hakkındaki sözlerinden açık sonuç çıkartmak  imkansızdır. Fakat hür ülkelerin fertleri böyle kayıtlarla bağlı olmadıkları için biz burada kendi  düşüncemizi söylemek istiyoruz.    

     Kıbrıs konusu Türkiye ile Yunanistan arasında ancak silâh gücü ile çözümlenecek bir meseledir.  "Bağımsız Kıbrıs Devleti" gülünç bir şey olduğu gibi, bunun dışında öne sürülen şekiller de kesin  sonuçlu değildir. Çünkü:  

1‐ Kıbrıs, Anadolu'nun tabiî bir parçası olan ve kıyılarımıza yakın bulunan, askerî ve siyasî ehemmiyeti  çok büyük bir adadır.  
2‐ Uzun süre Türkiye'nin bir parçası olarak kalmıştır. Şu halde orada tarihî miras hakkımız vardır.  
3‐ Fakat bugün nüfusunun beşte dördü Rum'dur. 

     Demek ki iki tarafın da haklı olduğu yönler vardır. Bir meselede iki taraf da haklı olunca onun tek  çözüm yolu "savaş"tır.  

     Tarihinde 22 yıldan uzun barış devresi görmemiş bir milletin 52 yıldır savaşmaması ona garip  gelmekte, Türk toplumunda görülen bir takım garip hallerin, huzursuzlukların gizli sebebini teşkil  etmektedir. 20‐22 Temmuzdaki üç günlük savaşın bile millî ruhu şahlandırarak manevî bur huzur  sağlaması bundandır.  

     Batılılar her yeni devletin kuruluşunda bir huzursuzluğun da temelini atmışlardır. Belçika kurulurken  yarı nüfusu Flamanlar'dan alınmış ve bugünkü sosyal rahatsızlık doğmuştur. Bu rahatsızlığın yarın  kanlı gerilla hareketlerine döneceğinden kimsenin şüphesi olmasın.    

     Afrika zencilerine bağımsızlık verilirken de aynı prensiple hareket olunmuş, bu devletler etnik  topluluklara göre değil, coğrafî sınırlara göre ayarlanmıştır. Bu yanlış ilk yemişlerini vermiştir. Yarın  devletler arasında büyük savaşlar olacaktır.  

     İrlanda'nın bağımsızlığı tanınırken adanın kuzeyindeki bir parça, ahalisi Protestan olduğu bahanesiyle  İngiltere'ye bağlı bırakılmış, ondan da bugünkü IRA çete savaşları doğmuştur. İngiltere Devleti birkaç  bin İrlandalı çeteciyle yıllardır uğraşır, başa çıkamaz ve boyuna kayıplar verir durur.  

     İngiltere, Kıbrıs'ı terk ederken de aynı hatâyı (daha doğrusu kastı) yapıp uydurma bir Kıbrıs Devleti  doğurdu. Netice 100.000 Türk'ün, 400.000 Rum'un hakimiyetine terk edilmesi oldu. Kendisi aynı  ırktan olup da aynı adada oturan İrlandalılar'ı mezhep ayrılığı bahanesiyle ikiye ayırdığı halde aynı ırk,  aynı dil ve aynı dinden olan Türkler ile Rumlar'ı ayırmayı adanın birliği bozulmasın diye kabullenmedi.  

     Yanlışlar çabuk patlak verir. Kıbrıs Devleti, devlet olmaktan çıkıp anarşi yuvası, eşkıya yatağı haline  geldi.    

     Büyük Yunanistan davası ardında koşan küçük (her anlamda küçük) Yunan milleti adayı kendisine mal  edebilmek için 100.000 Türk'ün tasfiyesi yoluna gitti. Kendi cinayet ve yalan metotlarıyla adayı  cehennem haline getirdiler.    

     Türkiye vaktiyle, bugünkü metanetiyle Kıbrıs'ı isteseydi belki de bu durum doğmazdı. Yahut Kıbrıs'ı  almak için millî bir siyaset gütseydi sonuç çoktan alınırdı. Fakat nerde? Türkiye'nin Dışişleri Bakanı  olan tarihçi, Türkolog, bilgin Prof. Fuat Köprülü "Bizim için Kıbrıs meselesi diye bir konu yoktur"  demek gibi millî ‐ siyasî bir gaflette bulunduktan sonra karşı taraf elbette işi azıtacaktı. Azıttılar. Terör  yaptılar. Yüzlerce Türk'ü öldürdüler. Birkaç bininin Kıbrıs'tan kaçmasına sebep oldular.    

     Biz yol ve köprü yaptık.  

     Karşımızdaki düşman yalnızca Yunanlı olsa elbette şimdiye kadar çoktan çözümlenirdi. Fakat Yunan  hayranlığı ile yetişen batılılar onları her seferde korumasını bildi. İlk çıkarma teşebbüsümüze  Amerikalılar engel oldu. Bu sefer Amerika'nın rolünü İngiltere yapmaktadır. Bütün Kıbrıs'ı alsak bile  oradaki İngiliz üslerine dokunmayacağımız muhakkak olduğu halde Fantom uçakları, komandolar, 

     Gurka taburu ve bir kruvazör getirerek yaptığı hazırlık hiç şüphe yok ki bize karşıdır. Bize karşıdır ama  artık ihtiyarlamış olan İngiltere'nin savaş cesareti ve kabiliyeti kalmamıştır. Belki ürkütürüm diye  gösteriş yapmaktadır.  

     İngilizler sanıldığı gibi usta siyasî ve uzak görüşlü millet değildir. Öyle olsaydı, İkinci Cihan Savaşı'ndan  sözde muzaffer çıktıkları halde, üstünde güneş batmayan imparatorluklarını kendi elleriyle, üstünde  sisten güneş görünmeyen küçük bir ülke haline getirmezlerdi.  

     Zavallı Gurkalar'ı ne diye getiriyorlar? Kendi askerlerinin hiçbir işe yaramayacağını bildikleri için...  İkinci Cihan Savaşı'nda Tobruk'ta 10.000 İngiliz'in tüfek patlatmadan Almanlara, Singapur'daki 60.000  İngiliz'in yine tüfek patlatmadan Japonlar'a teslim olduğunu unutmadıkları için... Güvendikleri tek şey  hava ve deniz üstünlükleri, Yunanlılar'la birlikte bize karşı sağlayacakları sayı üstünlüğüdür.    

     İngilizler, Yunanlılar'la birleşerek bize karşı savaşmak cesaretini gösterirlerse ne olur? Sınırdaş  olmadığımız için İngilizler'e birşey yapamayız. O zaman bunun ceremesini Yunanistan ve  Yunanistan'ın yardımına gelecek İngiliz birlikleri çeker.  

     Batı Trakya'dan yürüyecek Türk ordusu karşısında kırılacak yeni maraton rekorlarını da o zaman tarih  tespit eder.  
15 Ağustos 1974,ÖTÜKEN, Sayı: 9    


TÜRKİYE VE KIBRIS    


     Milletler ve onların teşkilatlanmış şekli olan devletler yaşamak için bir takım tedbirler almaya ve  çareler bulmaya mecburdur. Devletler, bu tedbirlerin akıllıca olduğu nispette büyür, güçlenir.  

      Bütün tarih bize şu gerçeği gösteriyor: Milletlerin hayatında üç merhale ve üç değişmez prensip  vardır: Bağımsızlık, birleşmek, büyümek.  

     Bir millet, başka bir milletin veya milletlerin hâkimiyetinde ise önce bağımsız olmak için çabalar.  Bağımsızlığını kazanmışsa yabancı hâkimiyetlerde kalmış olan soydaşlarını kurtarmaya çalışır. Millî  birliğini tamamlamışsa büyümeye uğraşır.    

     Zamanımızda istenildiği kadar insaniyetten, insan haklarından bahsolunsun; sömürgecilik,  emperyalizm istenildiği kadar yerin dibine batırılsın, yürürlükte olan gerçek budur. Bütün tarihte  görüldüğü gibi bugün de barışçılık, barışseverlik, savaş aleyhinde bulunmak birer oyalayıcı yalandan  ibarettir. Ebedî barış olacağına, bu konuda verilen teminatlara inanan budala milletler bunun acısını  bağımsızlıklarını ve haysiyetlerini kaybederek çekerler. Ne kadar çirkin olursa olsun, hakikat şudur ki  milletler birbirine yalan söylemek, güler yüz göstererek kuyularını kazmak ve dost maskesi altında  çıkar sağlamakla meşguldürler.  

     Dostluk ve barış yalanlarının en korkunç örneği kısa bir süre önce Çekoslovakya'nın Ruslar tarafından  işgaliyle verilmiştir. Sebep, en akılsız insanları bile kandıramayacak kadar sudandır: Batı Almanya,  Çekoslovakya'yı zaptetmeye hazırlanıyormuş.  


Atsız 
Bu işgal olmasaydı bile insaniyetçiliğin yalan olduğu yine parlak delilleriyle ortadaydı: Ruslar, 40  milyon Türk'le 40 milyon Ukrayalının ve birçok küçük milletin bağımsızlığını yok etmişlerdi. Hani  "insanlara hürriyet, milletlere istiklâl" verilecekti? Hani sömürgecilik, emperyalizm yapılmayacaktı?  

Cihan tarihinin günden güne çapraşık bir durum alan değişmez kanunları karşısında Türkiye'nin de  siyasî sınır dışında kalmış soydaşlarını düşünmesinden tabiî bir şey olamaz.    Büyük Türk milletinin ve tarihinin bugünkü temsilcisi ve vârisi olan Türkiye Cumhuriyeti ilkönce  Osmanlı İmparatorluğundan kalan Türkleri, daha sonra da ötekilerini düşünmek mecburiyetinde  kalacaktı. Bu, tarihin değişmez kanunu idi. Türkiye'nin onları düşünmemesi, eski bir Osmanlı tabiri ile  zaten "tabiat‐ı eşyaya muhâlif" olurdu.  

     Bu, o kadar güçlü bir kanundu ki, hükümetler istemese bile millet, hükümetini bu işe zorlayacaktı.  Nitekim Türkiye  Dışişleri Bakanı Profesör Fuat Köprülü'nün "bizim için Kıbrıs meselesi diye bir konu  yoktur" demesinden biraz sonra bizim için büyük bir Kıbrıs meselesi olduğu ortaya çıktı ve hiç de  parlak bir gazeteci olmayan merhum Sedat Simavi'nin birkaç yazısıyla Türk milleti birdenbire  şahlanıvererek Kıbrıs'ı millî bir ülkü haline getirdi.    

     Türkiye'nin Kıbrıs'ta ne çıkarı var? Türkiye ileri teknik usullerini uyguladığı takdirde belki de 100  milyon kişiyi besleyecek kadar bir toprağa sahipken nüfusunun ancak beşte biri Türk olan Kıbrıs'la  neden ilgileniyor? Kıbrıs, zengin petrol yatakları ve demir madenleri olan bir yer değildir. Türkiye'ye  iktisadî yönden büyük bir kazanç da sağlayamaz. O halde neden millet ve hükümet bu konuya bu  kadar eğilmiştir?  

     Çünkü millî ülkü yalnız madde üzerine kurulamaz. Milletlerarası ilişkilerde, yalnız insanlarda bulunup  öteki yaratıklarda bulunmayan şeref ve haysiyet kavramlarının, yani manevî ve ahlâki faktörlerin de  büyük payı vardır.     

     Kıbrıs'la ilgilenmemizin sebepleri şunlardır:     

1‐ Kıbrıs, Yunanistan'a geçtiği veya Kıbrıs'ta Rum hâkimiyeti altında bir devlet kurulduğu takdirde  buradaki 100.000 Türk zamanla dağılıp yok edilecektir. On İki Ada'da ve Batı Trakya'da olduğu gibi.     
2‐ Batı kıyılarımıza sokulmuş olup günün birinde mutlaka Türkiye'ye dönmesi gereken eski  adalarımızdan sonra bir de güneyimizdeki Kıbrıs'ın Yunanlaşması Türkiye'nin güneyine sokulmuş bir  düşman üssü demektir. Gerçi Yunanlılar tek başlarına hiçbir zaman bizim için bir tehlike olamazlarsa  da bir ittifak içinde veya Türkiye'nin başka yönlerden saldırıya uğradığı bir anda Kıbrıs, Türkiye  aleyhinde tehlikeli bir üs olabilir ve öteki adalar gibi küçük olmadığından bu üssün Türk Hava  Kuvvetleri tarafından vurulması hiç de kolay olmaz.    
3‐ Yunanistan, Türkiye'nin ebedî ve barışmaz düşmanıdır. Kendimizi boşuna aldatıp Atatürk ile  Venizelos arasında kurulan dostluktan bahis açmayalım. Onlar geçici siyasî manevralardı. Kıbrıs'ın  Yunanistan'a geçmesiyle Yunan maneviyatı Megalo İdea bakımından kuvvetleneceği gibi Türk  kamuoyunda da "hükümetlerimiz millî çıkarlarımızı asla koruyamıyor" gibi karamsar bir düşünceye yol açar. Kıbrıs'tan sonra Pontus'a kadar uzanan Yunan emellerine kapı açılmış olur ve devamlı Yunan  başarıları Avrupa'da onlara karşı büyük bir sempati sağlar.     
4‐ Kıbrıs asırlarca Türk ülkesi olarak kalmış, bize mal olmuş bir adadır. Hatay nasıl geri alındıysa Kıbrıs  da geri alınacaktır. Bugünkü durumda Türk nüfusunun az olması tarihî hakkımızı asla elimizden  alamaz. İsrail devleti kurulduğu zaman bugünkü İsrail topraklarındaki Yahudiler yüzde kaç tutuyordu?  Bir millet millî inancı kuvvetli olduktan sonra haklarını geri almasını bilir ve o toprakları yine yüzde yüz  kendi milletiyle doldurur. 5‐ Kıbrıs Türkleri yıllarca süren ve cidden kahramanca olan savunmaları ile anavatanla birleşmeye ne  kadar liyakatli olduklarını ispat etmişlerdir. Hiçbir kahramanlık mükâfatsız kalamaz.     
6‐ Kıbrıs'ın kaptırılması Türkiye'de büyük bir moral çöküntüsü yaratabilir. Türk milletinin bütün parti,  zümre ve fertleriyle birleştiği tek mesele Kıbrıs konusudur. Kıbrıs'ın ele geçirilmesi politik alanda  birbirinin gözünü oymakla uğraşan Türk milletini bir süre için birleştirerek iç dağılmayı önleyeceği gibi  zaferlerin millet ruhiyatına getireceği kuvveti de sağlayarak bizi daha olgun ve makul bir hale getirir.     

     Kıbrıs konusundaki tutumumuz başlangıçtan yanlış olmuştur. Kıbrıs'ı istemek, sonra federatif  sistemden bahsetmek fikrî bir kargaşalığın Kıbrıs konusundaki plânsızlığın alâmetidir.     

     Başka devletler ne derlerse desinler, "Kıbrıs Türk’tür" sloganı ile hareket edilecek ve asla taviz  verilmeyecekti. Kıbrıs Devleti kurulup Türkler'e, nüfuslarına göre fazla haklar sağlandığı zaman,  Avrupa'dan dönen Türk heyetini karşılayanlar arasındaki ve o zamanki Millet Meclisi Başkanı Refik  Koraltan onlara: "Hoş geldiniz Kıbrıs fatihleri" diye hitap etmişti. Bu, çok yakışıksız bir övünç, Türk  milletine yakışmayan bir böbürlenme idi. Kıbrıs'ın fetholunmadığı, meselenin sadece bir pamuk  ipliğine bağlandığı pek çabuk anlaşıldı.     

     Şimdi, Kıbrıs meselesinin Millet Meclisi'nde görüşüldüğü şu sırada hükümetin bu konuda dıştan gelen  bir takım güçlüklerle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Fakat milletin bütününe dayanan bir hükümetin  dışarıya karşı çok güçlü olacağını da biliyoruz. Plânı bulunan bir hükümetin tarihî fırsatlar çıktığı  zaman onlardan faydalanması ancak millî şuura malik olmasıyla mümkündür. Korkmakla ve siyasî  ihtiyatkarlığı ödleklik derecesine vardırmakla hiçbir şey kazanılmaz. Küçük İsrail'in korkunç bir  emperyalizmin örneğini verdiği ve birleşmiş milletler kararını hiçe saydığı zamanımızda Türkiye'nin de  Kıbrıs'ı Türkiye'ye eklemek (evet! Kaybedilmiş vilâyetimizi yeniden almak) için bir takım teşebbüslere  girmesini beklemek abes değildir. Buna "milletin yarısı okumamışken, memleket yoksulluk  içindeyken..." gibi bıktırıcı ve mânâsız itirazlarla karşı çıkılacağını biliyoruz. Yunanistan Kıbrıs ve  İstanbul'u almayı düşünürken bütün meselelerini halletmiş değildi. İsrail büyük toprak parçalarını  alırken de öyle... Hindistan, ineklere tapınılan, günahtır diye farelerin öldürülmediği ve bu yüzden  milyonlarca insanın açlıktan öldüğü geri ve yoksul bir ahmaklar memleketi iken Pakistan'ın Keşmir'ini  yemekten çekinmedi. Hattâ aya roket fırlatan Rusya'da bile halk büyük çoğunlukla yoksulluk ve zorluk  içindedir. Sözün kısası ülkü hamlesi zaman ve mekân dinlemez.    

     O halde, elinde Patrikhane gibi büyük bir kozu olan Türkiye ne yapmalı? Siyasî ilişkiler ve antlaşmalar  hükümeti bağlıyorsa Kıbrıs'a çıkarma yaparak birkaç günde meseleyi çözmek iktidarında olan on  binlerce sivil ve asker gönüllü ne güne duruyor? 

Gözlem Dergisi, 1969, Sayı: 10  
Ötüken Dergisi, 1971, Sayı: 85 


KIBRIS'TAN SONRA KERKÜK 

       Kerkük demekle Irak Türklerini anlatmak istiyorum. Aslına bakılırsa Kerkük davası, Kıbrıs davasından  öncedir. Birinci Cihan Savaşının sonunda, Osmanlı İmparatorluğun içinde Türkler için teknik bir sınır  çizilirken o zaman ki Musul vilayeti bu sınırın içinde sayılmış, fakat Lozan barışında ve ondan sonraki  Musul anlaşmasında İngilizlerin sonuna kadar direnişleri yüzünden Irak Türkleri yabancı hakimiyeti  altında bırakılmıştı. Son gücünü harcayarak doğuda Ermenileri yenen, batıda Yunan ordusunun  yarısını yok edip yarısını Yunanistan'a kaçıran, fakat buna rağmen Yunanistan'dan Adalarla Batı  Trakya'yı alamadığı gibi tazminat da koparamayan yorgun ve bitkin Türkiye için Musul yüzünden  İngiltere ile çarpışmaya imkân yoktu. Ancak, Irak Türklerinin millî varlıklarını korumaları için  İngiltere'den ve ona halef olan Irak devletinden sağlam teminat almak mümkündü. Bu yapılmadı veya  yapılmadı.  

     Irak bağımsız bir devlet olduktan sonra Irak Türklerinin iptidai ve düşman bir idare altında oldukları  düşünülerek o yünde bir siyaset izlenmemesi Cumhuriyet hariciyesinin milli bir dış siyaset gündeme  vasfının normal sonucudur. "Balkan vatandaşı olmayı Türk vatandaşı olmaya tercih ederim" diyen  Tevfik Rüştü Aras ve “bizim için Kıbrıs davası diye bir dava yoktur" diyen Fuat Köprülü gibi şaheser  bakanlar gayrı millilik hastalığının arazlarıydı.    

     Bugün durum değişmiştir. Son Dışişleri Bakanlarından Fatih Rüştü Zorlu ile Feridun Cemal Erkin'in  şahıslarında, bu ikisinin eksiklikleri ne olursa olsun, milli bir dış siyasetin kuvveti gibi gözüküyor.  Demek ki milli şuur dış Türklere yöneltilmiştir. Zaten yaşamak isteyen millet, güçlü millet, siyasi sınır  dışındaki ırktaşlarını unutmayan, unutamayan millettir. Geçmişi unutmak, soydaşını ve kardeşini  hatırlamamak, bilmemek hayvanlara mahsus bir özelliktir.    

     Bugün Kerkük Türkleri dediğimiz 1.000.000 Irak Türkünün mukadderatı ile ilgilenmek milli  görevimizidir. Çünkü altı yıl önce, 14 Temmuz bu Türklere karşı girişilen kırgın hareketi, Irak  Türklerinin asla emniyet altında bulunmadıklarını gösteren korkunç bir delildir. Bir yandan İsrail'e  yenilmesinin suçunu Türkiye'ye yüklemeye çalışarak Türk düşmanlığını milli bir siyaset haline getiren  Arap devletlerinden biri olan Irak, öte yandan Moskova’da yetiştirilmiş önderleriyle komünist  düşüncelerini benimseyen ve bağımsız devlet hayali ardından koşan iptidai kürtler bu 1.000.000 Irak  Türkünü yok etmek için fırsat bekliyor. Bu Türklerin, Irak’ın petrol bölgelerinde yaşamaları da hem  önemlerini, hem de kendilerini tehdit eden tehlikeyi arttırmaktadır.    

     Milletlerde bir düşünce olgunlaştığı zaman o düşüncenin "davranış" haline gelmesi için küçücük bir  sebep yetişir. Böyle zamanlarda düşüncenin bayrağını açan kimse "Türk tarihinin kişileri" arasına  girer, Türkiye'nin pasif bir dış siyaset güttüğü yıllarda, meslektaşları arasında oldukça geri saflarda  bulunan bir gazeteci, merhum Sedat Simavi, Kıbrıs davasını milli bir dava diye öne sürmekle tarihte  şerefli bir satır olmuş ve onun ileri attığı düşünce artık milli bir siyaset, bir ülkü haline gelmiştir.   

     Kıbrıs davasında hemen her devlet, dost ve müttefik sandıklarımız bile aleyhimizde olmasına rağmen  işte 100.000 Türk, 400.000 Rum'la boğuşuyor. Bu oransız vuruşmada yenilmeyişinin sebebi  anayurdun kendisini desteklediğini bilmesidir. Hele bu destek, kritik anda Erenköyü'nde yapılan hava  saldırısı gibi olunca Kıbrıs Türkü’nün savaşı daha yıllarca sürer. Türk birlikleri Kıbrıs'a çıkıncaya veya  Selanik'e girinceye kadar...    

     Kerkük Türkü’nün de desteğe ihtiyacı var. Üstelik Kerkük Türkü daha da talihsizdir. Nasıl talihsiz  olmasın ki Barzani adında bir kürt eşkıyası devlet kurmaya kalkıyor. Kurtuluş Savaşındaki bir türkü,  Yunan gibi aşağılık bir düşmanın Türkiye topraklarına ordu sokmasını:    

Ankara'nın taşına bak,    Gözlerinin yaşına bak.    Biz Yunan'a esir olduk,    Şu feleğin işine bak.    

mısralarıyla anlatılıyor ve talihin böyle hain bir tecellisine karşı Türk milletinin öfkeli şaşkınlığını  belirtmiş oluyordu. Bu acı hatıra yetişmiyormuş gibi, şimdi bir de kürt devlet kurulacak da 1.000.000  Türk'e azınlık hakkı mı verecek?    

     Bu küstahça iddialar karşısında Türkiye'nin kültür ve fikir hayatında söz sahibi olan, söz sahibi olduğu  iddia eden bunca kalem sahibi arasında, Sedat Simavi gibi biri çıkıp da Kerkük Türkleri'ni milli bir dava  haline getiremez mi?    

     Yaşamak ve güçlenmek isteyen insan da, millet de iştahlı olur. Bu gerçek ortada iken tarihi hakların  dile getirilmesini emperyalizm diye şamataya alan alıklara söz hakkı verilmemelidir. Unutulmamalıdır  ki bir milletin meseleleri yalnız iktisadi değildir. İktisadi problemler birer vasıtadan ibarettir.    

     Kafalara ve gönüllere kazılması gereken başka bir gerçek de şudur: Türkiye 67 ilden ibaret değildir.     

ÖTÜKEN, 17 Temmuz 1965, Sayı: 19 
Atsız 

Yorum Gönder

0 Yorumlar