Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olduk
Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Andrey Karlov’un Ankara’da öldürülmesi, güvenlik ve istihbarat zaafının yanında, emperyalizm destekli FETÖ’nün halen ne denli etkili, örgütlü olduğunu da gösterdi...
Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Andrey Karlov’un Ankara’da öldürülmesi, güvenlik ve istihbarat zaafının yanında, emperyalizm destekli FETÖ’nün halen ne denli etkili, örgütlü olduğunu da gösterdi.
Gösterdiği bir başka şey de şu: Türkiye’nin; Suriye ve Irak’ta yaptığı yanlış yığınak, izlediği yanlış diplomasi. Bunun da acı sonuçlarına katlanıyoruz. Hem sınırlarımız dışında, hem sınırlarımız içinde. Çok sayıda şehit verdiğimiz hain terör eylemleri de bu yanlış dış politikayla, emperyalizm bağımlılığıyla yakından ilgili. Türkiye öyle yanlış diplomasi izledi ki, birbirine hasım olanları bile Türkiye karşıtlığında buluşturdu. Misal; son olarak hem ABD ve Irak, hem de İran, Türkiye’nin Musul harekâtına karadan müdahil olmasına karşı çıkmıştı. Türkiye, uzun çabalar, ısrarlar sonrasında havadan katıldı harekâta.
Asıl sorulması gerekenleri soralım: Suriye meselesinde Rusya, İran ve Suriye’nin rızası alınmadan, çözüme ulaşmak mümkün mü? Irak’ta Musul IŞİD terör örgütünden temizlendikten sonra, Musul’un geleceği ne olacak? Musul’u kurtaranlar, Musul’un geleceği konusunda birbirlerine düşecekler mi? Bölgenin, İslam aleminin, Ortadoğu’nun, Arap dünyasının lideri olmak isteyen, olamayan Türkiye, Yeni Osmanlıcı politikalarla mı, Halep ve Musul üzerinde nüfuz elde edecek? Türkiye, Suriye meselesinde Rusya ve İran’ın tezlerine yaklaşmadı mı?
Mesele şu: Türkiye’nin Halep’i 82., Musul’u 83. il olarak görmesi, bunları kendine bağlayacağını ilan etmesi, hem yanlış hem olanaksız. Türkiye’nin böyle bir gücü yok. Komşularını bölmeye, onların bütünlüğünü, egemenliğini tartışmaya hakkı yok. Tarih tarihte kaldı. Misak-ı Milli’ye atıf vererek Musul’a ilişkin çıkışlar yapmak, bölgede itibarımızı artırmaz. Ama sözümüzün etkisini azaltır. Her ne kadar Türkiye’de Arap milliyetçiliği, Arap taklitçiliği yapmayı Müslümanlık sanan; Arap harfleriyle okuyup – yazmadığı, Arapça konuşmadığı, dünyaya Arap olarak gelmediği için üzülen, hayıflanan insanlar olsa da, Türkiye’nin Arap dünyasının lideri olması nesnel olarak, olgusal olarak imkânsız. Türkler Arap değil. Hiçbir Arap, Türklerin liderliğini istemez.
DIŞ POLİTİKA, DÜŞ GÖREREK YAPILMAZ
Türkiye’nin İslam dünyasının lideri olması da mümkün değil. Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin böyle bir niyeti olsa da, İslam dünyasının Türkiye’den böyle bir beklentisi yok. Tersine; İran, Irak, Suriye, Mısır, Libya, Yemen başta olmak üzere pek çok İslam ülkesi Türkiye’nin bölge politikalarını, İslam ülkelerine yönelik politikalarını, Arap – İslam ülkelerinin kendi aralarında, kendi içlerindeki sorunlarda açıktan taraf olmasını eleştiriyor. Bu ülkelerde Türkiye’ye ilişkin bakış açısı olumlu değil.
Türkiye’nin mevcut devlet kapasitesi, iç dengeleri, ekonomik gücüyle; bölgesinde dışlanmış, yalnızlaşmış, güvenilir, öngörülebilir olmayan diplomasisiyle; komşularıyla sorun yaşayan siyasetiyle; Batı ile yaşadığı gerilimle bölgesel aktör olması olanaksız. Dahası, Türkiye’nin sadece Ortadoğu’da değil, Orta Asya’da, Kafkasya’da, Hazar Havzası’nda, Balkanlar’da da kayda değer, hatırı sayılır bir ağırlığı yok. Türkiye bu bölgelerde de mezhepçi, hesapsız, komşularıyla sorunlu, ekonomik kapasitesi sınırlı, yumuşak güç unsurları yetersiz, siyasi nüfuzu aşınmış, ordusu zayıf düşmüş bir ülke olarak görülüyor, algılanıyor. FETÖ’cü darbe girişimi, bu algıyı daha da güçlendirdi.
Türkiye; emperyalist olmadığı halde, emperyalizme taşeronluk yapmaya heveslenen politikalar izledi. Halen de izliyor. Bu siyaseti Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanken, sıklıkla “Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı” olduğunu söyleyerek dillendirdi. Önceki başvekil Davutoğlu da, “küresel düzene alt bölgesel düzenler kurarak eklemlenmek ve hizmet etmekten” bahsetti. Gelinen noktada, maceracı, yayılmacı, mezhepçi, hamaset dolu, komşularının içişlerine karışan, liderlerine hakaret eden, egemenliğine müdahale eden dış politika çöktü. İtibarı azaldı. Caydırıcılığı aşındı. Güvenilirlik ve öngörülebilirlik yara aldı. Hedefi belirsiz diplomasi, ne üyesi olduğumuz örgütlerde, ne de üyelik niyetimizi dillendirdiğimiz örgütlerde ciddiye alınıyor. Yapılan çıkışların, iç kamuoyuna mesaj vermeye dönük olduğunu herkes biliyor. Ciddiye almıyor.
DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN, EVDEKİ BULGURDAN OLDUK
Dış politikadaki başarısızlığın somut göstergeleri var.
1) Türkiye’nin anlaşmalarla kendi toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ni boşaltıp, sınırın hemen dibine, PKK – PYD terör örgütünün denetlediği bölgeye taşıması.
2) Türkiye’nin Ege Denizi’nde 18 tanesi ada statüsünde, 152 adet kara parçasını Yunanistan’ın işgal etmesine göz yumması.
3) Türkiye’nin 2003’te Süleymaniye’de Mehmetçiğin başına çuval geçirilmesine karşın, ABD’ye en küçük tepki vermemesi.
4) En büyük dış ticaret ortağımız olan, 3.2 milyondan fazla Türk’ün yaşadığı Almanya’nın meclisinde sözde soykırım iddialarını kabul etmesine karşılık, Türkiye’nin hiçbir siyasi, iktisadi müeyyide uygulamaması.
5) Mavi Marmara baskını sonrasında İsrail’e karşı yüksek perdeden konuşup, sonra da keskin bir U dönüşü yapılması.
6) Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına geri dönüşüne evet derken (NATO’da kararlar oybirliğiyle alınır, Türkiye evet demese Fransa dönemezdi), Fransa’nın önüne hiçbir şart konmaması.
Dış politikadaki sorunların yanında, Türkiye’nin ekonomisi dış kaynağa, ithalata, tüketime odaklı. Toplumsal yapı kutuplaşmaya açık. Nitelikli beyinlerimizi ülke içinde tutmakta giderek daha çok zorlanıyoruz. Demokrasi, özgürlük, insan hakları karnesi üzerinden batı bize daha çok çullanıyor. Eğitimde tablo içler acısı. Tüm bunlar diplomaside elimizi zayıflatan unsurlar. Dış politikanın milli politika olmaktan çıkıp, sadece iktidarın tercihleri, öncelikleri, aklı, kadroları, düşünce kuruluşları, değerleri ve tehdit algısıyla yönetilmesi; dışişleri bakanlığının, genelkurmay başkanlığının, kıdemli diplomatların, üniversitelerin, uzmanların katkısının önemsenmemesi; basının, kamuoyunun önerilerine, eleştirilerine kulak tıkanması da hataları artırıyor.
Doğalgaz ithalatında ilk 2 sıradaki ülkeyle (Rusya % 55, İran % 18) gerginlik yaşıyoruz, özellikle Suriye nedeniyle. Üçüncü doğalgaz tedarikçimiz, güçlü ilişkilere sahip olduğumuz ülke olan Azerbaycan’la (% 12), Ermeni açılımı sonrasında güven bunalımı yaşadık. Gümrük Birliği’nden kaynaklanan dış açık 20 yılda kabaca 400 milyar doları buldu. Halen Gümrük Birliği’ni tartışmıyoruz. NATO ve AB’deki “müttefikler”, görünürde dostane, gerçekte hasmane davranıyor. PKK, PYD, IŞİD, FETÖ gibi terör örgütlerini destekliyor, kullanıyor. Halen NATO’nun fayda – maliyet analizini yapmayı aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz.
Kıssadan hisse: Bedeni doğuda, gönlü batıda; Almanya’dan sonraki en büyük dış ticaret ortakları (Çin ve Rusya) doğuda, askeri bağımlılıkları batıda; enerji tedarikçileri doğuda, diplomatik ittifakları batıda olan Türkiye; jeopolitik konumu ve stratejik öneminin sunduğu fırsatları, seçenekleri, avantajları daha verimli, doğru kullanmalı. Çünkü bu ikilem elimizi zayıflatıyor. Manevra sahamızı daraltıyor.
Barış Doster
Odatv.com
0 Yorumlar