Cumhuriyetten Uzaklaşmak


Cumhuriyet’ten uzaklaşmanın bedeli ne oldu? 
O Cumhuriyet’ten uzaklaşmak kimseyi daha milliyetçi, daha Müslüman, daha devrimci yapmadı. Fakat ülkemizi daha yalnız, daha kuşatılmış, daha dirençsiz, daha çaresiz yaptı. 





Cumhuriyetimizin kuruluşunun 93. yılını kutladık. İçimiz buruk. Sorunlarımız yapısal. Aşmakta güçlük çekiyoruz. Sadece rejimin nitelikleri, Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımları değil, ülkemizin bütünlüğü de tartışılıyor. Kahroluyoruz. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Bülent Tanör’ün deyimiyle “haklı ve halklı savaşın”, Mümtaz Soysal’ın tanımıyla “eş zamanlı yürütülen savaş ve devrimin” üzerinden geçen 93 yıla rağmen, Cumhuriyet ideallerinin de, aydınlanma devriminin değerlerinin de çok gerisindeyiz. Yalpalıyoruz. 

Siyaset bilimi literatüründe cumhuriyet için yapılan en yaygın tanımlardan biri şudur: “Cumhuriyet, monarşik olmayan rejimlerin ortak adıdır”. Ancak her cumhuriyete rengini, dokusunu, özünü, içeriğini o cumhuriyeti kuran milletin bilgisi, birikimi, deneyimi, donanımı, geleneği, derinliği, geçmişi verir. Siyasal, toplumsal, kültürel, sınıfsal yapısı verir. Hedefleri, özlemleri, öncelikleri, endişeleri, tehdit algıları verir. Misal; Kaddafi döneminde, Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi idi… İran, 1979 İslam Devrimi sonrasında, İran İslam Cumhuriyeti oldu… 1917 Ekim Devrimi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdu. Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise milli egemenliğe dayanan, laik ve çağdaş bir cumhuriyet olarak yola çıkmıştı. Hedefin çok gerisindeyiz… 

SAVAŞ VE DEVRİM 


Yineleyelim; emperyalizme ve iş birlikçilerine karşı verilen savaş, “her savaş aynı zamanda iç savaştır” yasasına uygundu. Milli Mücadele ile birlikte, egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını, anlamını, işlevini değiştiren egemenlik devrimi gerçekleşti. Egemenliği gökten alıp yere indirdi. Şahıstan alıp millete verdi. İlahi, dini olmaktan çıkarıp siyasallaştırdı, dünyevileştirdi, laikleştirdi. O nedenle tam bağımsızlık (istiklal-i tam) ve ulusal egemenlik (hakimiyeti milliye) konusunda kıskançtı bizim Cumhuriyetimiz. Yurttaşın; alt kimlikler, Ortaçağ kalıntısı aidiyetler, feodalizm artığı mensubiyetler üzerinden bölünmesine, ayrıştırılmasına kesinlikle karşıydı. Siyasal ve toplumsal alanda bütüncül bir projeydi. Tarihin gördüğü en iddialı, en kapsamlı devrimlerden biriydi. Milli, halkçı ve devrimciydi. 

İktisadi düzlemde Cumhuriyet, planlamayı önceledi ve önemsedi. Yurttaşı müşteri yerine koyan piyasa odaklı yaklaşıma karşıydı. Rejimin sahibi ve bekçisi gördüğü, sadakat beklediği yurttaşı, kamu hizmetlerinin öncesi saydı hep. Atılım yıllarında, erken Cumhuriyet döneminde, Gazi’nin sağlığında, eğitim ve sağlık başta, eşit, ücretsiz, yaygın, nitelikli kamu hizmetleri sunmayı amaçladı. Hem de o günün zor şartlarında, savaş yorgunu bir ülkede. Sanayileşme atılımında iddialıydı. Sovyetlerin bilgisi, teknolojisi, kredisi ile ciddi bir sanayi altyapısı oluşturdu. Bir yandan da 1930’larda Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş gibi müteşebbislerin kendi uçaklarını yapıp uçurdukları bir iddiaya, özgüvene, ufka sahipti Cumhuriyet. 

Toplumsal zeminde; fırsat eşitliği sağlanmadan, sadece özgürlüklerin önünü açmanın, toplumdaki mevcut eşitsizliği daha da kökleştirip, kurumsallaştıracağını biliyordu. Halkevleri, Halkodaları, Millet Mektepleri, Gazi’nin ölümünden sonra hayata geçen ve dünya eğitim tarihinde iz bırakan Köy Enstitüleri, hep yoksul Anadolu’nun çocuklarını, okur yazar olmayan geniş kitleleri eğitmeyi, aydınlatmayı amaçlıyordu. Atatürk’ün “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” sözü, bu toplumcu, kamucu, halkçı anlayışı özetliyordu. Dış politikada da Cumhuriyet; bağımsız, barışçı, bölge merkezli, mütekabiliyet ilkesini ve içişlerine saygıyı kıskançlıkla esas alan, mazlum milletler dayanışmasını öne çıkaran, Moskova ile dostluğu önemseyen, batı ile ilişkilerde temkinli, antiemperyalist bir yaklaşımı benimsemişti. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü, 1934’te Balkan Antantı’na, 1937’de Sadabat Paktı’na öncülük etmesi, Hatay’ın anavatana tek kurşun atılmadan 1939’da katılması, Cumhuriyet’in dış politikadaki önemli başarılarıydı. 




CUMHURİYET’İN HALKTAKİ ANLAMI 


Ülkemizde demokrasi, parlamenter rejim, çok partili düzen, tarihin olağan seyri içinde, batıda olduğu gibi iki kentli, üretici ve çağdaş sınıfın, yani Sanayi Devrimi’nin ürünü olan emeğin ve sermayenin mücadelesi sonrasında yaşama geçmedi. Milli Mücadele ile kurulan Cumhuriyet’in ürünü olarak hayat buldu. Bu bağlamda demokratik yönelim, çok partili hayat, yürütmenin sınırlandırılması, kuvvetler ayrılığı, kamusal yararın – ortak çıkarın öncelenmesi, hukuk devleti, siyasal katılım, basın ve ifade hürriyeti Osmanlı’dan devraldığı birikimden de yararlanan Cumhuriyet’in çocuğu olarak kütüğe yazıldı. Onların altyapısını Cumhuriyet kurdu. Onlar Cumhuriyet’in omuzları üzerinde yükseldi. Bugün o iddianın ve idealin çok gerisindeyiz. 

“Ben cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet, sadece siyasal tarihimizde, toplumsal belleğimizde değil, duygu dünyamızda da, üstümüzde- başımızda da, kılığımızda- kıyafetimizde de, yediğimizde içtiğimizde de çok özeldi, özgündü. Buram buram emekti, inançtı, özveriydi, bizimdi ve bizdendi. 

Sümerbank’ın pazeniydi Cumhuriyet. Nazilli’nin basmasıydı. Beykoz’un kundurasıydı. Kayseri dokuma, Bakırköy bez fabrikasıydı. Kendi bayrağımızı, kendi toprağımızda yetişen pamukla, kendi fabrikamızda, kendi işçimizin dikmesiydi. Türk tütünüydü, Tekel’di Cumhuriyet, tütün rejisine inat. Paşabahçe’nin çay bardağıydı. Seka’nın kâğıdıydı. Alpullu’nun, Turhal’ın şekeriydi. Ereğli’nin, Karabük’ün, Seydişehir’in demir çeliğiydi, alüminyumuydu Cumhuriyet. Demiryoluydu. Petkim’di, Tüpraş’tı… Doktordu Cumhuriyet. Öğretmendi, mühendisti, hemşireydi, sağlık memuruydu, teknisyendi. Çocuk yuvasıydı. Veremle savaştı. Bataklığı kurutmaktı. Halk kütüphanesiydi, tiyatroydu, sanat müziği korosuydu. Marsilya kiremidi yerine, kendi kiremidimizi kullanmaktı. Tarım kredi kooperatifleriydi Cumhuriyet, Gazi Orman Çiftliğiydi, Karacabey Harası’ydı… 

Kıssadan Hisse: Ustalarımızdan Turgut Özakman Kuvayı Milliye’yi tanımlarken, “Soba borusundan top, ipten üzengi, tahtadan kılıç yapmaktır” derdi. Attila İlhan ise şöyle formülleştirmişti: “Parola: Vatan. İşareti: Namus”. O Cumhuriyet’ten uzaklaşmak kimseyi daha milliyetçi, daha Müslüman, daha devrimci yapmadı. Fakat ülkemizi daha yalnız, daha kuşatılmış, daha dirençsiz, daha çaresiz yaptı. 


Barış Doster
Odatv.com

Yorum Gönder

0 Yorumlar