Bilimi mumla aramamamız dileğiyle...

İnsanlık tarihi, insan soyunun tüm fiziksel ve zihinsel kısıtlılıkları yetmiyormuş gibi bir de doğayla mücadele ettiği uzun bir destandır. İnsanın doğaya olabildiğince hakim olması ise, ironiktir ama, bu kısıtlılıklarının yarattığı güdülenme ile üst düzey zihinsel yeteneklerinin etkileşimi sonucu mümkün olmuştur. Algılama, soyut düşünme, karar verme ve en önemlisi de hayalgücü ile ilişkili becerilerimiz ve bunlarla “kendi”miz arasında kurduğumuz bağlar bizi, kendi başına anlamlı olmayan ancak bir insanın bakışında merak nesnesi ve anlamın odağı olan doğayı açıklamaya itmiş, hatta mahkum etmiştir. Kozmogoni ile başlayan bu macera, felsefe ile sürmüş; felsefe, bilimi doğurmuş; bilimse, teknolojiyi yaratmıştır. Büyülü bir fener sanılan bilim ise aslında anlamak için çırpındığımız bu karanlık dünyada ürettiği bilgi ve keşiflerle cılız bir mum ışığıdır. Sabır, sebat ve kavrayışa yönelmiş saf bir merakla tutuşturulur. Eleştiren sözlerin en zayıf nefesiyle bile söner. Ancak yine de aydınlatır.

“Mum dibine ışımaz” der eskiler. Bilimde de kör nokta, bilimsel bilgiyi üretenin üretimine ve kendine bakışıdır. Bilinmezi bilinir kılmak için zorlu bir mücadeleye girişen bilimcinin kendi ayakları altındaki çamuru görmemesi belki de doğaldır. İşte bir bilimciyi battığı ya da batacağı çamurdan koruyacak tek şey, bir başkasının tutuşturduğu bir başka mumun ışığıdır. İnsan düşüncesinin kişilerarası çeşitliliği, onun kişi içindeki olası kısırlığına tek çaredir. İşte yukarıda söz ettiğim ironi, kadim insan soyunun sürekliliğini sağlayan kısıtlılığına rağmen doğaya olabildiğince hakim olması, kişilerarası farklılaşmaların insanlığın düşünce mozaiğindeki boş noktaları doldurması sonucu ihtişamlı bir ikonun yaratılmasıyla mümkün olmaktadır.   Düşünce özgürlüğü ve farklılıklarla yaşama anlamında demokrasi lüksünün en fazla barınması gereken yer bilimsel topluluktur. Bir bilgiyi geçerli kılabilecek tek şey bir başka bilginin geçersizliğidir ve bu her iki bilginin de üretilebilmesi koşuluna bağlıdır. Ancak o zaman zayıf bir nefesle bile sönebilecek mum ışıkları, yerini daha güçlü alevlere bırakabilir... bazen eksilen mumla insanlık biraz daha karanlığa gömülse bile. Orta Çağ’da her türlü hastalığı kan akıtma amaçlı cerrahi müdahale ile geçirmeye yönelik bilimsel anlayış, bu dönemde vebaya milyonlarca kurban vermiştir. SARS’ın birkaç ay içinde kontrol altına alınıp dünya çapında bir salgına dönüşmesine engel olan 21. yüzyıl bilimi ise bu refleksini Orta Çağ’ın cılız mum ışığına ve onu bir nefeste söndüren Rönesans rüzgârına borçludur.   İçinde yaşadığımız yüzyılı övgüye değer kılan ne varsa onu yergiye de açık hale getirmektedir. Bilimin teknoloji yaratması doğalken, bilimin yarattığı teknolojinin bilim yaratması, karanlığı aydınlatma motivasyonun yerini en büyük aydınlığı yaratma ve en çok mumu yakma yarışının aldığını göstermektedir. Korkum o ki, daha güçlü ışık kaynakları diye insanlık kendini daha cılız mum ışıklarına mahkum etmenin arifesindedir.

Kürşad Demirutku dkursad@baskent.edu.tr
Eleştirel - Yaratıcı Düşünme ve Davranış Araştırmaları Laboratuvarı

Yorum Gönder

0 Yorumlar